Ev, okul, toplum; ilk yıllardan başlayarak düşmanlığı bazen açıkça, bazen belli belirsiz şekillerde telkin ediyor çocuklara

Yaşayan çocuktan canlı bomba nasıl yetişir?

BİLGE SELÇUK / @byagmurlu

Dünyada sayısız canlı türü yaşıyor. Her biri sayılamayacak kadar çok yöntem geliştirmiş tek bir sebep için: hayatta kalmak. Canlıların temel kodu budur. Ve tüm türler içinde ancak biri bu kodu çiğneyip ölümü yüceltebilir; o da insan.

Geçen hafta Antep’te bir kına gecesine korkunç bir saldırı yapıldı. Vücuduna bağladığı bombaları düğünün orta yerinde patlatan radikal dinci örgüt militanı elliden fazla insanı öldürdü. Hayatını kaybedenler arasında çok sayıda çocuk vardı. Bombacının da bir çocuk olduğuna dair açıklamalar geldi. Bu bilgi kesinlik kazanmadı ama çocukların intihar bombacısı olarak kullanılması gibi dehşet verici bir gerçeği gündemimize oturttu. Keza benzer zamanlarda, 13 yaşında bir çocuk da Kerkük’te, üstünde düzenekle yakalanmıştı.

Bunları yapan, görüşlerini öbür dünya kadar uzak bulduğumuz, gözü dönmüşlüğü ile bilinen bir örgüttü. Dinci yapılanmalar çocukların beyinlerini yıkayarak ölüme gönderebilecek kadar acımasız olabiliyorlardı. Öne sürülen bir ihtimal de özellikle dikkat çekiciydi; intihar bombacısı çocukların zihinsel engelli olması. Bu, örgütteki vicdansızlığın düzeyini gösteriyordu. Ve elbet bir de çocukların normal koşullarda, en azından ortalama bir zeka ile, böyle bir eylemi yapamayacakları imasını taşıyordu.

Siz ebeveynler, aileler, eğitimciler olarak çocuklarınıza “kutsal”da kötülüğe ve uğruna öldürmeye yer olmadığını, ancak iyiliğe ve uğrunda çalışmaya yer olduğunu öğretin. Değerli olanın, savaş ve nefreti değil, barış ve sevgiyi hak ettiğini...

Burada bir parantez açarak şunu söyleyeyim; gelir, eğitim, aile veya sağlık, pek çok bakımdan dezavantajlı çocukların her tür istismara daha açık olduğu ve dünyanın değişik coğrafyalarında bir çok pis iş için kullanıldıkları bilinir. Aklınıza hemen gelen seks ticaretinin yanı sıra, yüksek riskli güvenlik görevleri için yetiştirilmek de buna dahil. Bu işlerde en çok sokakta yaşayan çocuklar ve yetim çocukların kullanıldığı söylenir. Güney Amerika ülkelerinde bunun özellikle yaygın olduğu düşünülse de kanıtlanabilirliği çok zordur. Ve çocuklar, bu işler sırasında öldüklerinde istatistiklerde dahi yer almazlar, denir. Çünkü sahipsizdirler. Ne sokakta yaşayan, ne de yetim çocukların izlerini takip edecek, nerede olduklarının hesabını soracak, hatta yokluklarını fark edip merak edecek kimseleri yoktur. Bu çocukların, zihinsel veya fiziksel herhangi bir engeli olan ve olmayanlar dahil, hiçbirinin hayati tehlike içeren veya sağlığı bozan herhangi bir iş için kullanılması ahlaki değildir. Tüm çocuklar için olduğu gibi. Bu, üstünde düşünülmeyecek kadar açıktır. Kendi çocuğuna yapmayacağın, kendi çocuğun için istemeyeceğin hiçbir şeyi başka çocuklara yapamazsın, onlar için bunları isteyemezsin. Şimdi parantezi kapatarak şunu sorayım: Peki kendi çocuklarımıza ne yapıyoruz, kendi çocuklarımız için ne istiyoruz?

yasayan-cocuktan-canli-bomba-nasil-yetisir-178809-1.İntihar bombacısının çocuk olduğu haberlerinden sonra bunun neden, nasıl olabildiğini anlatan farklı açıklamaları görmüşsünüzdür. Hepsinde doğruluk payı vardır. Bir kısmı bu durumu, din ve öbür dünya kavramlarını merkeze alarak bir patoloji olarak açıklıyor. Fanatik örgütler, cennet vaadi ile, din yolunda hayatı feda etmenin en büyük erdem olduğuna inandırıyor çocukları. İntihar bombacılarının hayatları, kişilikleri, nasıl bir ruh hâli içinde olduklarına dair analizler de var. Peki, bu sonuca sebep olan yaşantı veya öğretiler gerçekten de düşündüğümüz kadar istisnai veya hastalıklı mıdır? Sizin, sıradan bir insan olarak mesela, hayatınızdan çok mu uzaktır? Bu sorunun cevabını düşünmeye şunu okuyarak başlayalım:

“O öyle büyük, öyle kutsal bir şeydir ki; eğer savaşa gidip de vatanını korumak için çarpıştıktan sonra sağ salim evine dönersen çok mutlu olurum ama, eğer ölmekten korktuğun için saklanıp da savaşa katılmazsan, kanım, canım olan seni, okuldan döndüğün zaman sevinç çığlıklarıyla karşılayan ben, o kez seni sadece kuru bir hıçkırıkla karşılayabilirim. Bundan böyle de seni artık sevemem ve yüreğime hançer gibi saplanan bu darbenin acısına dayanamayıp ölürüm.
Baban”

Bu alıntı hangi kitaptan, çıkartabildiniz mi?

Hâlâ çok hoşuma giden mavi üstüne kocaman kırmızı kalpli kapağında “Bu kitabı okumayan çocuk mutsuzdur”, “ Bu kitabın girmediği okul, okul değildir” yazan kitaptan. Çocuk Kalbi’nden.

Sosyalist bir eğitimci olan Edmondo De Amicis’in 1886 yılında yazdığı, neredeyse tüm dillere çevrilen ve bizde de belki yüz kere basılan bu kitabında çocuklar için pek çok öğüt yer alıyor. Çoğu, De Amicis’in yurtseverlik ve kahramanlık anlayışını ortaya koyar nitelikte. Bir öykü, yukarıya bir kısmını aldığım, babanın ilkokuldaki oğluna mektubu. ‘Lombardiyalı Küçük Gözcü’ isimli öyküde ise İtalyanlar için cesaretle gözcülük yaparken vurularak öldürülen bir çocuk anlatılıyor. Çocuğun tasviri, vatan uğruna ölmenin ne kadar mutluluk verici olduğunu söylüyor okuyucuya: “Yavrucağızın bembeyaz yüzü sanki gülüyor ve bu selamları işitiyordu. Yüzünden Lombardiya’sı uğruna canını verdiği için mutluluk duygusu okunuyordu.” Diğer bir öyküdeki kahraman çocuksa, henüz 14 yaşında olmasına rağmen orduya alınan ‘Sardunyalı Trampetçi’. Kendisine verilen emri yerine getirebilmek uğruna yaralı bacağına rağmen koşmaya devam eder ve bacağından olur bu küçük trampetçi. Emrin sahibi Yüzbaşı ise fedakar çocuğu “Ben sadece bir yüzbaşıyım, sen ise bir kahraman” diyerek selamlar.

Kitap, komünist ülkelerden zamanın faşist İtalya’sına, Çin’den İsrail’e pek çok ülkede popüler olur ve o günden bu yana okullarda okutulur. Bizde de Milli Eğitim Bakanlığı’nın tavsiye kitap listelerinde yer alır. Fedakârlık ve çalışkanlığın yanı sıra milliyetçiliği de öven böyle bir kitabın ulus devletin zirve yaptığı zamanlarda çok beğenilmesi ve eğitimde kullanılması elbette şaşırtıcı değil.

Bizdeki benzer hikâyeleri okul yıllarında sizler de okumuşsunuzdur. Ömer Seyfettin kitapları örneğin. Aleko’da, kendisiyle birlikte düşman İngiliz komutanı ve karargâhını havaya uçuran küçük Ali anlatılır.

Bazen gerçek olaylar da çıkar karşımıza. Çanakkale’de savaşan 13 yaşındaki “gönüllü bombacı” Ali Reşat’ın, dört kez yaralanmasına rağmen, hastanede kalmayı reddederek ön saflarda İngilizlerle çarpışması 1915 Ağustos'unda Berliner Zaitung’a haber olur. Devlet onu askere almadığı halde, tekrar tekrar cepheye giden Ali Reşat büyük bir kahraman olarak Almanya’da hikâyeleştirilir. Alman çocuklarına, gençlerine örnek oluşturması için.

yasayan-cocuktan-canli-bomba-nasil-yetisir-178808-1.İçe işleyen hikâyelerdir bunlar. Ama okuduğunuzda garipsemezsiniz, hatta vatanı için bu kahramanlıkları yapan çocuklara hayranlık dahi duyabilirsiniz. Çünkü okulda, hatta belki daha da evvelinden ailenizde öğrendiğiniz üzere “Vatan, uğrunda ölen varsa vatandır.” Oysa bu hikâyelerdeki çocuklarla bugün savaşan, bazen canlı bomba olan çocuklar arasındaki en belirgin fark bir kelimenin karşılığında yatar: Kutsal.

Diyebilirsiniz ki, arada büyük fark var. Zamanında o kadar çok savaş olur, oralarda yaşayan tüm yetişkin erkekler savaşa gider, yıllarca ve hatta bazen hiç geri gelmezlermiş ki iş mecburen çocuklara kalırmış. Diyebilirsiniz ki, o zamanki pek çok çocuk gibi Ali Reşat’a ve Aleko Ali’ye de görev öyle düşmüş, ve dahası, vatanı korumak için çocukların mecburen savaşması ile masum insanları öldürmek için çocukların intihar bombacısı olmaları aynı şey değildir. Evet, değildir. Ama düşmanın kim, vatanın neresi, kutsalın ne olduğunu ve ülkünün ne gerektirdiğini belirlemek de bizim elimizde, kabiliyetimizde değildir. Bunu sınırlamaya muktedir değiliz.

Söylemeye çalıştığım; çocuklarımızı böyle yetiştiriyoruz, düşmanlığı, düşmanı, düşmana karşı savaşmayı, ölmeyi öğreterek. Belki çoğu zaman farkında bile olmadan. Tarihte, şartlar zorunlu kıldığı için çocukların cephede savaşmış olması ile, bunların çok yıllar sonra bile çocuk edebiyatında, şarkısında, dersinde kahramanlık hikâyeleri olarak yüceltilmesi bambaşka şeyler. Şimdi aklınıza hemen yakın zamanlarda, çalışma kitaplarında, çocuk dergilerinde okuduğunuz, televizyonlarda izlediğiniz şehitliği öven öyküler, filmler gelebilir. Bir Diyanet İşleri yayınında, mesela, baba oğluna “Ne güzel şey şehit olmak…” diyor; Anne şehit olmak istediğini söyleyen kızını “O kadar çok istersen Allah sana o sevabı verecektir inşallah kızım” diye teselli ediyor. Bu öğretilerin ne kadar yanlış, ne kadar tehlikeli olduğunu düşünüp öfkelenebilirsiniz. Ama bunlar ne yeni, ne de sadece dindar anababaların, dini politika izleyen hükümetlerin uygulaması.

Biz ülkemizde, hatta Çocuk Kalbi’nde de gördüğümüz gibi tüm dünyada, çocuklarımıza kutsal olan için yapılabilecek en büyük, en kahramanca şeyin uğruna ölmek olduğunu öğretiyoruz. Bayramlarda, kurtuluş günlerinde onları temsili düşmanlarla savaştırıyoruz. “Annem beni yetiştirdi, bu ellere yolladı” diye başlayan ve “Sütüm sana helal olmaz, saldırmazsan düşmana” diye biten şarkılarla büyütüyoruz. Hiç şüphesiz, bunları yaparken aklımızda hâlâ Kurtuluş Savaşı’ndan kalma Yunanlar, Fransızlar var ve niyetimiz kötü değil. Ama tarihi düşünerek çocuklarımıza düşmanlığı, düşmanı yok etmeyi, uğruna gerekirse hayatını vermeyi öğretirsek bir bakıvermişiz, bizim piyeslerdeki, şarkılardaki soyut düşmanlar kendine gerçek birer cisim bulmuş. Belki hiç de aklımıza gelmeyen birilerini düşman bellemiş çocuğumuz. Siz, o ailelerin çocuklarını bu örgütler için savaşsın, canlı bomba olsun diye yetiştirdiklerini mi sanıyorsunuz? Muhtemeldir ki çoğu bunu tasavvur dahi edemezdi.

Ama görüyoruz, ev, okul, toplum, ilk yıllardan başlayarak düşmanlığı bazen açıkça, bazen belli belirsiz şekillerde telkin ediyor çocuklara. Hayatı boyunca, kutsal olan uğruna ölmek dâhil elinden geleni yapmak öğretildiğinde çocuk bunu içselleştiriyor, olağan kabul ediyor ve “koşullar gerektirdiğinde” fazla da düşünmeden yapıyor. Bu bazen insanları bombayla, tankla tüfekle öldürmek şeklinde oluyor, bazen de çok daha gizli, fark etmesi güç haller alıyor. Çocuk Hakları Sözleşmesi'ne rağmen, bugün dünyada en az 300 bin çocuğun savaşlarda aktif olarak yer aldığı tahmin ediliyor. Ama savaşan çocuklar bu kadar değil. Çünkü savaş kavramı artık bununla sınırlı değil. Kendini bir ülküye, inandığı bir harekete adayarak düşman bellediği insanların hakkını alarak zayıflatmak, hayatını karartarak bertaraf etmek de savaşmanın bir başka, daha az belirgin hâli. Bu uğurda zarar görmeyi göze almak da günümüzün savaş kahramanlığı.

Tüm bunların önüne geçmek için “kutsal olan uğruna ölme ve öldürme”nin ders kitaplarından, edebiyattan, şarkılardan, medyadan çıkmasını beklemeyin. Devletler buna ihtiyaç duyabilir, ve dahi daha küçük gruplar, etnik, dini veya herhangi bir şekilde politik... Siz ebeveynler, aileler, eğitimciler olarak çocuklarınıza “kutsal”da kötülüğe ve uğruna öldürmeye yer olmadığını, ancak iyiliğe ve uğrunda çalışmaya yer olduğunu öğretin. Değerli olanın, savaş ve nefreti değil, barış ve sevgiyi hak ettiğini...

Siz, çocuklarınıza düşmanlığı öğretmeyin. Kaynayan tencerenin kapağı açıldığında kızgın buharın ne tarafa gideceğini, ne yapacağını bilemezsiniz.