Önce Ekmekler Bozuldu, 1946 yılında çıktığına göre yazmaya çok erken yaşlarda başlıyor, daha ilkokul sıralarında...

İlk hikâyesi: “Chez nous il ya un lion” Bizim Evde Bir Aslan Var...

Öğretmeninin çok beğendiği bu hikâyenin ardından bir de roman yazmayı deneyecektir, izlediği bir filmden esinlenerek: “Tüccar Horn” ya da “Binbir Tehlike Adası”...

Ve imzası ilk kez, edebiyat öğretmeni Zahir Güvemli tarafından resimlenerek İkdam gazetesinde yayımlanan “Ana Katili” başlıklı hikâyesini süsleyecektir.

Ancak, daha önce Tahsin Demiray’ın çıkardığı “Ateş”, İskender Fikret Sertelli’nin yayımladığı “Çocuk Duygusu” gibi çocuk dergilerinde de yazıları basılacaktır.

O yıllarda daha çok, aşk ve serüven üzerine yazar.

Asıl anlamda hikâyeye yönelmesi ise Sait Faik’in “Semaver” adlı kitabını okumasından sonra başlayacaktır.

Daha sonra şöyle diyecektir:

“O güne dek yazdığım Esat Mahmut, Kerime Nadir öykünmesi öyküleri bir yana bırakmak gerektiğini hissettim. Edebiyat değildi bunlar. Bayağılık vardı hepsinde. Başka şeyler yazmalıydım, kendime vergi şeyler.”

“Servetifünun-Uyanış” dergisinde çalıştığı sıralarda başlayan eski-yeni tartışmalarıyla “yeni edebiyat”ın içinde yer alır.

Kendi yaşam deneyimlerinden, çocukluk anılarından yola çıkarak küçük kent insanını da göz ardı etmeyen duygulu hikâyeler yazmaya başlar.

“Önce Ekmekler Bozuldu”yu “Aşksız İnsanlar”, “Bizans Definesi”, “Bulutun Rengi”, “Berber Aynası” izler.

Benim Oktay Akbal ile tanışmam, hikâyelerini okumadan önce, 1957 yılında çıkan “Suçumuz İnsan Olmak” romanıyla olacaktır.

Henüz 15 yaşındayken iki gecede okuduğum roman, daha sonraları başucu kitaplarım arasında yerini alacak, bir küçük memurun balkonda çamaşır asarken gördüğü kadın imgesi, daha sonra yazacağım şiirlerden kimilerine görüntüsünü verecektir.

“Berber Aynası”, “Bizans Definesi”, “Bulutun Rengi” kitaplarında yer alan öyküler de gazetecilik yaşamımda kimi yazılarıma kaynak olacaktır.

Kişisel yaşamımın ne büyük bir şansı ki, ilk gençliğimde hayranı olduğum Akbal ile aynı zamanı ve mekânı paylaşarak arkadaşlık edecek, yurtiçi ve dışı gezilerle birlikte bulunarak ortak anılarda buluşacaktık.

Birlikte çalıştığımız gazetede, ben onun yazılarını okurlarından önce okuma şansına erişirken, o da kişiliğim ve şiirlerim için yön veren, destekleyici, özendirici yazılar yazacaktır.

Akbal, edebiyatımızda “şiir”e en yakın duran yazarlarımızdan biri, hatta birincisi...

Hikâye ve romanlarındaki şiirsel anlatımın yanında, gazete yazıları ve denemelerinde de şiir ile gönül bağını altmış yılı aşan yazarlığında sürdürmekte…

Şiir ile gönül bağını sürdürürken şairler de gündeme gelecektir, şairler üzerine anekdotlar, anılar da...

•••

Oktay Akbal, Sait Faik ile ilgili bir anısını şöyle anlatır: Stelyanos, Burgazada’da yaşayan ve tekneleri seven yoksul bir Rum çocuğudur. Günlerce uğraşıp didindikten sonra “Stelyanos Hiristopulos” adında bir tekne yapmış ve denizde yüzdürmüştür. Sait Faik, 1936 yılında “Stelyanos Hiristopulos’un Gemisi” başlığıyla yazdığı hikâyede bu çocuğun macerasını anlatır ve “Yücel” dergisine yollar. Fakat hikâye, “Bu kozmopolit bir şey” denilerek basılmayacak, Sait Faik de daha sonra aynı hikâyeyi “Varlık” dergisini çıkaran Yaşar Nabi’ye gönderecektir.