AKP’nin bundan 20 yıl önce başlayan hikayesi “ikna” üzerine kuruluydu. O kadar çok ikna edilmesi gereken grup vardı ki hepsi için ayrı ayrı mesai yapılması gerekiyordu. Önce Atlantik’in öte yakasına geçildi. ABD’ye Milli Görüş günlerinin geride kaldığı söylendikten sonra “kullanışlı bir ortak” olunacağının teminatı verildi. O günlerde Ortadoğu’yu yeniden yapılandırma projesinin şafağında olan ABD bu hevesli partner adayını uygun bir fırsat olarak gördü ve kendisine yol verdi.

AKP, 2001 krizi sonrasında Derviş reformlarıyla yeni bir aşamaya gelen neoliberal politikaları sürdüreceğini vaat ederek uluslararası ve ulusal sermayeyi de ikna etmekte zorlanmadı. Türkiye’nin kamu varlıkları yağmalanırken patron çevrelerinde ikna olanların sayısı da süratle artıyordu. Neticede sermaye fraksiyonları tek tek AKP’nin arkasına diziliverdi.


AKP’nin “olağan şüpheli” olmaktan çıkmak için ülke içinde patronlar dışında da ikna etmesi gereken kesimler vardı. Hem Erdoğan hem de AKP’nin ileri gelenleri sözcüklerini seçerek, muhataplarının gerçekten onlara inanmalarını sağlayarak ilerlemenin yolunu bulmuş gibiydi. Parti kadrolarını buna göre dizayn ediyorlar, müttefiklerini buna göre seçiyorlardı. AB uyum paketleri ardı ardına açıklanırken liberaller, devlet aygıtları ele geçirilirken Fethullahçılar, çözüm sürecinde Kürt siyasetçiler “özenle” ikna edildiler ya da kitlelerin ikna edilmesine yardımcı oldular. Sonra Erdoğan “vadesi dolanları” tasfiye edip milliyetçi bir dille bugünkü ortaklarını ikna etti. Bunda da neredeyse hiç zorluk çekmedi.

Son dönemeçte yaşadıklarımız gösteriyor ki bugün artık iktidarın küçük bir çıkar grubu ve militan bir taban dışında kimseyi ikna etme derdi yok. AKP’nin gövde gösterisi için yaptığı o “ihtişamlı” kongreye damgasını vuran söylem ve parti içindeki tercihler de bunun kanıtı. Erdoğan iki elin parmağını geçmeyen itaatkâr bir zümreyi sürekli o görevden bu göreve atayarak partiyi rotasında tutmaya çalışıyor. “Damat nerede” diye sorarken şimdi hangi bakanlık kendisine verilecek diye konuşuluyor. Bu AKP için bir başarı değil bilakis zayıflık alameti. Delik deşik olmuş bir kumaşın nafile biçimde iğne iplikle tutturulma çabası. Alt kadrolarda büyük bir çapsızlık, eşi az görülen bir yozlaşma, tez zamanda kendini varsıl yapma telaşı var. Erdoğan istediği kadar kadrolarını seçime hazırlamaya çalışsın, AKP kendini tazeleyemiyor çünkü nicedir içten içe çürüyor.

***

Erdoğan ve ortakları “içeriye” konuşmaktan öteye geçmeyince bu tavır parti yöneticilerinden sıradan partiliye kadar her kesime sirayet ediyor. Öyle ki, pandeminin üçüncü zirvesinde kongre salonunu ağzına kadar dolduran AKP’liler eleştirilere cevap verirken dahi muhataplarını inandırma zahmetine girmiyor. AKP grup başkanvekilinin “yatay çekim” açıklaması halkı ikna etmek için değil “söz söylemiş” olmak için yapılmış bir açıklamadan öte anlam taşımıyor. Yüzlerce sağlık çalışanı yaşamını kaybetmiş, günlük vaka 30 bini geçmiş, hastaneler dolup taşmış, aşılama hızı düşmüş zerre kadar umurlarında değil.
AKP Genel Merkezi’nde “büro çalışanı” olduğu iddia edilen ve uyuşturucu görüntüleri üzerine gözaltına alınan Ayvatoğlu “kokain değil şaka amaçlı pudra çektik” diye ifade verdi. O şahıs da kendi “yatay çekim” hikayesini yazıyor; kesinlikle adli makamları ikna etmeye çalışmıyor, ifade vermek için ifade veriyor. Çünkü Boğaziçili gençlere reva görülenin kendisine yapılmayacağından emin, son kertede başına bir şey gelmeyeceğini biliyor. Kısa sürede nasıl öyle zenginleştiğinin, iktidar merkezinde milletvekillerinin yamacına nasıl sokulduğunun hesabı sorulmadıkça kendi gibi hızlı yükselme hayali kuranlara örnek olmaya devam edecek.

***


Yatay çekimle “pudra şekerini” bununuza çektiğinizde ülke tozpembe görünüyor olabilir. Ancak akıl ve vicdan gözüyle ülkeye baktığınızda gördüğümüz bir tükeniş öyküsü. Borsa İstanbul yönetim kurulu üyelerinin huzur hakkı bir gecede 24 bin liraya çıkarken, Kanal İstanbul’un imar planları askıya çıktığında arazileri önceden kapışmış bir grup azınlık sevinç çığlıkları atarken; sanatçıların intihar ettiği, esnafın kepenk indirdiği, KHK’li akademisyenin sünger fabrikasında iş cinayetine kurban gittiği bir ülke burası.

Ve Ayvatoğlu gibileri yalnızca buz dağının görünen yüzü. Silahlar, pahalı arabalar, lüks saatler ile poz veren, yakınları ya da kendileri iktidarın musluklarından beslenen bu zümrenin gösteriş merakı ve kibri bir yandan, her türlü zorluğa rağmen alın teriyle hayata tutunmaya çalışanlar diğer yanda. Taraf seçmek hiç bu kadar kolay olmamıştı.