Geçtiğimiz hafta NotaBene Yayınları’ndan çıkan Yeniden İnşa Et: Caferağa ve Yeldeğirmeni Dayanışmaları Yatay Örgütlenme Deneyimi başlıklı kitap, işgal evi kuran iki mahalle dayanışması üzerinden, yatay örgütlenmeyi çeşitli hedef ve ilkeler temelinde sorunsallaştırarak değerlendiren bir yorum sunuyor. Kitabın yazarları iki dayanışmaya katılan bir gruptan oluşuyor. Ayrıca, kendisini dayanışmaların ve tabi Gezi’nin de bakiyesi olarak addeden ve sürmekte olan Kadıköy Kooperatifi, Karşı Lig ve Kadıköy Kent Dayanışması gibi oluşumların da katkıları bulunuyor. Benim hem katılımcısı olduğum hem de doktorada çalıştığım dayanışma ve pratikleri içermesi bakımından oldukça da merak duyduğum bir metin olduğunu eklemek isterim.

2013 yılında Gezi direnişi ardından İstanbul’un çeşitli semtlerine yayılan park forumlarını ve daha sonra buralardan ortaya çıkan mahalle dayanışmalarını hatırlarsınız. Kadıköy’de örneğin, neredeyse tüm mahallelerde bir dayanışma grubu ortaya çıkmıştı. Bu dayanışma gruplarının her biri, farklı dinamikler gereği değişik yollar izledi. Kimi işgal evi kurdu, kimi mahalledeki parkın imara açılmasına karşı direndi, kimi de daha çok okulların imam hatipleşmesine karşı mücadele etti. Bazen kent mücadelesi altında birleşik bir yapı kurulması için çabalandı, kimi zaman da birleşildi ve birlikte mücadele edildi, mesela Haydarpaşa Garı için veya bu kitapta bulabileceğiniz başkaca direnişlerde.

Bir kısım dayanışma hızlıca son bulurken, bir kısmı daha uzun sürebildi ama sonuçta bir iki tanesi hariç tümü sönümlendi. Elbette, çeşitli sebepleri vardı bunun. Bazısı içerideki örgütlenmeye ilişkin politik veya pratik türlü çatışmaları çözüme kavuşturamazken, bazısı da ülkedeki gidişatın etkisiyle zayıfladı. Bunları çözmek için her zaman da çaba sarf edilmedi, edilenlerin de bir kısmı çözüme ulaşamadı. Fakat tüm bunlar, elbette, sonraki adımlar için öğretici süreçler olarak birçok kişinin zihninde muhakeme ediliyor. Bu kitap da bu muhakemelerin bir ürünü; bize farklı süreçlere dair yatay örgütlenme ekseninde bir bakış açısı sunuyor.

Kitabın içeriğine gelecek olursak, kronolojik olarak her iki dayanışmayı da detaylı bir şekilde derliyor. Dayanışmaların pratiklerini, kavramsal üst başlıklar aracılığıyla gruplandırarak bir tür arşiv oluşturuyor. Nasıl kuruldular, neler yapıldı, işleyiş nasıldı, ilkeleri nelerdi, ne tür eylemler yapıldı soruları yanıtlanıyor ve sonuçta tüm bunlar “Yatay Örgütlenmenin Sınırları” başlığı altında yorumlanıyor. Yatay örgütlenme meselesinin merkeze alınmasının sebebi ise çeşitli sorunların dayanışmaların devamı olarak konumlanan başka yapılarda da devam ediyor olması olarak açıklanıyor. Kitabın tam da bu anlamda, yatay örgütlenmenin imkan ve kısıtlarına dair düşünerek, yeni mücadelelerin nasıl örgütlenebileceğine ışık tutması umuduyla yazıldığı ifade ediliyor.

Elbette, kitabı tüm dayanışmalar için bir iddia olarak düşünemeyiz. Nitekim yazarlar da bunu vurguluyorlar. Kitabın yazımına dahil olmayan dayanışma katılımcılarının başka bakış açıları olabileceğini hesaba katarak, eleştirel perspektifi de bırakmadan okumak sağlıklı görünüyor. Sonuçta kitap örgütlenme tartışmalarına değerli bir kolektif katkı ve özeleştiri sunarken bizi de bunun üzerine düşünmeye davet ediyor.

Akademik veya politik olarak örgütlenme meselesine kafa yoran, toplumsal hareketlere merakı olan herkes için oldukça zengin bir kapsam sunduğunu söylemek gerekiyor. Tüm süreçleri, özeleştiri verme çabasıyla ve içeriden bir ses olarak aktaran bir ilk girişim olmasını da değerli görüyorum. Gezi direnişinden günümüze uzanan ve bu süreçte birçok farklı form alan örgütlenme arayışlarının ve tartışmalarının, gelecek mücadeleleri anlamlandırmak için de oldukça değerli bir izlek oluşturduğunu düşünüyorum. Emeği geçen tüm dostların eline sağlık! Nicelerine...