Yatay ve dikey: Oluş ve ölüş

İki düzlem var önümüzde, biri yatay diğeri dikey. Ve bakışımız bu iki düzlemde dolaşıyor; kâh yeryüzünde yayılıyor, kâh gökyüzüne yükseliyor. Algı ve düşüncemizi de bu iki düzlem belirliyor. Ayaklarımızı bastığımız, var olduğumuz yatay düzleme nedense sufli olanı, yükselmeyi ima eden dikey düzleme ise ulvi olanı yerleştirmişiz. Yeryüzünü sırf yatay olduğu için aşağıladığımızı bile söyleyebiliriz. Eril tahakkümün mitolojide yeryüzüne dişil, gökyüzüne ise eril cinsiyet yüklediğinden beri yatay düzlemi dişil özelliklerle, pasiflik, dağınıklık, parçalılık, biçimsizlikle anıyoruz. Dikey olan ise erilliğin sembolü, aynı zamanda aklın, bütünlüğün ve formun. Dik olan şeylere, fallik nesnelere, dikey mimariye tapıyoruz. Soyutlamalarla yerden göğe doğru yükseldikçe göksel ve eril hakikate en yüksek değeri biçiyor ve yeryüzünü bu değere göre yargılayıp sürekli aşağılıyoruz. Gestalt psikolojisi de dikey düzlemi, “Pragnanz” düzlemi olarak tanımlıyor, yani bütünlüğün, formun düzlemi, aynı zamanda güzelliğin düzlemi de. Yatay düzlem ise maddi olanın, bayağı olanın düzlemidir. Yatay olarak yerleştirilmiş nesneler parçalanmayı, tutarsızlığı, çokluğu ve sufli bir varoluşu ima ediyor.

Yatay hareket edenleri, yaratıkların en aşağısı kabul ediyoruz, sürüngenler mesela. Sevmediklerimize sürüngen dememiz bundandır. Ve evrime çizgisel bir otoyol olarak bakan sosyo-darvinciler de yolun sonunda dikleşmiş erkeği görüyor ve gösteriyorlar. Maymunla başlayıp Homo sapiens ile son bulan popüler çizimleri hatırlayın. Kentsel evrimimiz bile dikleşmenin evrimidir. Çatalhöyük’ün yataylığının yerini günümüzde dikey kentler almıştır. Ülkelerin gelişmişlikleri bile dikeylik ve yataylığa göre belirleniyor. Gelişmemiş olarak var sayılan ülkeler, toprakla uğraşan, tarım yapan ülkelerdir. Gelişmiş ülkeler ise yeryüzünü yıkıma uğratan ve yaşamı dikey düzlemde arayan, uzayda yaşanacak yeni gezegenler için keşfe çıkanlardır.

Hint mitolojisinde yılan kaosu temsil eder ve yılan yatay olarak hareket eden bir sürüngendir. Hintli bir yapı ustası, bir yapı, yani bir dikeylik inşa ederken temel kazığına önce bir yılanı başından çivilemek zorunda. Yatay kaosu, dikey ise kozmosu, formu temsil ediyor. Form yaratabilmek için yatayı, kaosu öldürmeniz gerekiyor. Göksel hakikate inanlara göre yatayın, yani yeryüzünün sufli ve kaotik düzlemi ejderhalar, canavarlar, iblisler üretiyor. Ve della Mirandola’nın kaleme aldığı, Rönesans’ın manifestosu sayılan “İnsanın Vakarı Üzerine” adlı metinde de insanın verili bir yüzü yoktur, insan kendini dikey bir düzlemde hareket ettikçe yaratabilir ancak. En alt düzeydeki en sefil yaratığın yüzüne de, en tepedeki göksel bir varlığın, bir meleğin yüzüne de bürünebilirsiniz. İktidar, varoluşumuza dikey düzlemine göre değer biçiyor.

Dikey düzlem, yerden, yeryüzünden koparılmış kutsalın düzlemidir. Yunanca kutsal anlamına gelen “hieros” ve erk, düzen anlamına gelen “arkhe” sözcüklerinin birleşiminden oluşmuş hiyerarşi sözcüğü ilk önceleri melek gruplarının göksel seviyelerini göstermek için kullanılmıştı. Çok geçmeden kilise yönetimine özgü otorite aşamalarını gösteren bir sözcüğe dönüşmüştür. Ve devletlerin hiyerarşik düzenini kutsallaştırdığımızda iktidarı göksel bir hakikatle ilişkilendiriyoruz. Ya da şirketlerin hiyerarşik yapısında yükselenleri melek yüzlüler sanıyoruz. Ve varoluşu dikey bir düzlemde yükselmek olarak algıladığımızda iktidarın tuzağına düşmüşüz demektir. Hiyerarşide yükseldikçe yeryüzünden, birbirimizden uzaklaşıyor ve nefretin, kederli varoluşun kulelerine kapatıyoruz kendimizi.

Yatay yeryüzüdür, ilişkiler ağı. Ve hep aradasınız. Bağlantılar kurdukça kendinizi karmaşık bir ağın içinde bulursunuz. İnsan dikeylikler icat ederek yatayın karmaşasından kaçmış ve aşkın hakikati göklere çıkararak yeryüzünü aşağılaşmıştır. Yatay, çokluğun alanıdır. Ve çoklukla ilişki kurduğunuzda artık formunuz, biçiminiz değil, işleviniz tanımlayacaktır sizi. Oysa iktidar dikey düzlemin tepesinden baktığında sadece formlar görüyor ve formumuza göre değer biçiyor bize ve formlu olmayı yüceltiyor. Formlarla kuruyor hiyerarşik ölüm kulelerini.

“Yerde, yani yatay düzlemde mi olmak yoksa dikey düzlemde yükselmek mi istersiniz?” diye çocuklara sorsanız. Bahçeli bir evde yaşamak ve yeryüzünde oynamak isteyeceklerdir. Değer verdikleri şeyleri nereye yerleştirmek istediklerini sorduğunuzda “yeryüzü” diyecekler; yükseğe yerleştirdiklerinde aralarındaki ilişki kopacak çünkü. Büyümek, yeryüzünden kopmak ve tüm gücümüzü tepedeki iktidara teslim etmekse, büyümemeyi ve durmadan deneyerek Paul Klee’nin bahsettiği henüz var olmayan halkı icat etmek için çabalamayı yeğlerdim. Yeryüzünde olmak, yılmadan, usanmadan denemektir. Klee demişti: “Biçim sondur, ölümdür. Oluş yaşamdır”. Ölüşü değil, yaşamayı denerdim.