Perşembe günkü yazıyı; “Artık, düşüşte dip görüldü galiba!” diye bitirmiş, Yeni Şafak Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül’ün, memleket medyasının “finansal, ekonomik güç olarak hiç olmadığı şekilde güç kazan”masına karşın “kamuoyunu etkileme gücü”nün iyiden iyiye azaldığından yakınmasını, iktidarın sesi medyanın geldiği noktanın itirafı saymıştım.  O yazının mürekkebi kurumadan Kanal D vakası düştü gündeme!   Malum, memleket medyasının […]

Perşembe günkü yazıyı; “Artık, düşüşte dip görüldü galiba!” diye bitirmiş, Yeni Şafak Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül’ün, memleket medyasının “finansal, ekonomik güç olarak hiç olmadığı şekilde güç kazan”masına karşın “kamuoyunu etkileme gücü”nün iyiden iyiye azaldığından yakınmasını, iktidarın sesi medyanın geldiği noktanın itirafı saymıştım. 

O yazının mürekkebi kurumadan Kanal D vakası düştü gündeme!  
Malum, memleket medyasının ezici çoğunluğu, hem TV ekranlarında, hem de gazete sayfalarında, vatandaşların tanzim satışlardan ne kadar memnun olduğunu anlata anlata bitiremiyor. 1 kilo domates alma kuyruğunda, yağmur altında saatlerce beklerken şikayet edenler çıksa da onların sesini vermemeyi tercih ediyorlar. 

İşte bu seçicilik, Kanal D’nin “Üretici ‘tanzim’den memnun” haberinde de görülmüş; Antalya’da seracılarla röportaj yapıp, söyledikleri içinden sadece “tanzim”e destek anlamına gelenleri almış, eleştirilerine yer vermemişler. Dahası, röportaj için AKP ilçe yöneticilerini seçmişler! 
Kuşkusuz, bir haberde o konuda yapılan röportajın tümüne yer vermek olanaksızdır. Ancak habercilik namusu, röportaj yapılan kişinin söylediklerini çarpıtmadan aktarmayı gerektirir. 

Peki, bu yapılmazsa ne olur? Önce röportaj yaptığınız kişi isyan eder, o isyan duyulur, yayılır ve insanlar haberleri “yalan” diye izlemeye başlarlar. 

Ramazan Özbek, röportaj yapılan üreticilerden biri ve şimdi onun da sözlerini doğrudan aktarabileceği bir sosyal medya hesabı var. İşte oradan dedi ki; “Yandaş medya olayı saptırmıştır burada yandaş medya çılgınlığı yavşaklığı vardır yazık lan emeklerimize Allah belanızı versin lan.” 

Bir zamanların saygın mesleği gazeteciliğin geldiği nokta işte: “Allah belanızı versin lan!”    
Bize “lan” denmesinin nedeni; iletişim profesyonellerinden sıradan vatandaşa kadar, toplumun çoğunluğunda git gide hakim olan medya yalan söylüyor algısı. 

Geçen gün bu mevzu üzerine sohbet ettiğimiz meslektaşım, Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Özcan Yağcı, her gün alışkanlık olarak aldığı gazeteleri bazı günler hiç okumadığından yakınıyordu: “Geçmişte haber bağımlısıydım. Haber saatlerini kaçırmazdım. Zamanla bıraktım. Haber kaynaklarına güvenim azaldı. Şimdi bir parça doğru bulabilmek için farklı kaynakları dolaşıp duruyorum.” 

Prof. Yağcı’nın bu ruh hali toplumun ezici çoğunluğuna hâkim. Oxford Üniversitesi ve Reuters Enstitüsü’nün 2018’de yaptığı bir araştırma, vatandaşların medya yalanlarına maruz kaldıkları ülkelerin en tepesinde Türkiye’nin olduğunu gösteriyor. Türkiye vatandaşlarının yüzde 49’u “bütünüyle uydurulmuş yalan haber”e maruz kaldıklarını söylerken, bu oran Almanya ve Danimarka gibi ülkelerde yüzde 9’a düşüyor. 
Teyit.org gibi haberin doğruluğunu araştıran yapılara her gün 30’dan fazla yalan haber ihbarı yapılıyor! 

Bugün ulusal yayın yapan gazetelerimizin yüzde 75’inden fazlası iktidarın sesi durumunda, radyo ve televizyonlar da katıldığında medyanın neredeyse yüzde 90’ının iktidarın sesi olduğunu görüyoruz. Doğruyu söylemeye çalışan gazeteciler bütün o yüzde 90’lık köylerden kovuldular! 

Arkada, “Camide içki içtiler”, “Benim türbanlı bacımın üzerine işediler” haberleri bıraka bıraka bugünlere geldik. İktidara; “Koyun bir yasak da, biz de rahat edelim siz de rahat edin” diyen medya yöneticileriyle bugünlere geldik. 

Ve geldiğimiz noktada, iktidarın sesi medyadan bile “inandırıcılığımız kalmadı” yakınmaları yükseliyor. İnanılmayan bir medyayı kontrol etmek iktidarın neyine yarayacaksa…

Yalancının mumu yatsıya kadar yanıyor ya, yatsıya ne kadar kaldı acaba?