Yaygın imar yoluyla kalkınmanın sonuna geldik. Yaygınlığı iki anlamda kullanıyorum. Geçtiğimiz dönemde, kentlerin bütününe yayılan bir imar talanına şahit olduk. Aynı çerçevede talandan, merkezi ve yerel düzeyde yaygın bir kesim nasiplendi. Kentleri iliklerine kadar sömürerek açılan gelişme alanları, müteahhitlere kârlı yatırım, spekülatörlere zahmetsiz kazanç, plan yetkisini elinde tutanlara parmağını yalama, alıcıya yatırım sepetini çeşitlendirme imkanı sundu. Bu süreçte Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, TOKİ, Kültür ve Turizm Bakanlığı kadar belediyeler de önemli roller üstlendiler.

Geldiğimiz noktada ise artık kentler, bu derece geniş bir imar faaliyetini “talep eksikliği” nedeniyle üretemiyor. Lakin görünen o ki, imarcı kalkınmacılığın belli bir biçimi bir süre daha bizimle olmaya devam edecek! Bu yeni dönemi “seçici imarcılık” olarak adlandırabiliriz. Ayrıntılı ifade etmek gerekirse, bütün çöküntüye karşın belli stratejik alanlar ve bölgeler “rantabl” olmaya devam ediyor. Turizm bölgeleri bu konuda öne çıkıyor. Turizm sektörünün, başta inşaat olmak üzere diğer sektörlerin tersine dış talebin etkisiyle canlılığını koruyor olması, bu sektöre yönelik imar hareketlerini hâlâ önemli kılıyor. Önümüzdeki dönemin belirginleşen bir diğer farklılığıysa, bu tür stratejik alanlara yönelik imar ve benzeri yollarla yaratılan rantın kontrolünün, gitgide daha merkeziyetçi olacak olması; öyle ya, rant sınırlanınca, merkez, çevresiyle rantı paylaşma konusunda daha cimri davranacak!

Vurguladığım gibi, turizm bölgelerindeki imar hareketliliği hiç yabana atılacak cinsten değil. Uzman çevreler dışında pek tepki verilmedi ama yakın dönemde doğal sit alanlarının dereceleri Türkiye bütününde yeniden belirlendi ve kıyı alanlarında birçok yerin sit dereceleri düşürüldü; diğer bir anlatımla imar faaliyetleri kolaylaştırıldı. Benzer bir sessizlik içinde geçtiğimiz aylarda, Orman Bakanlığı’na ait tesislerin, arsalarıyla birlikte turizme açılmak üzere Turizm Bakanlığı’na devredilmesi yönünde bir düzenleme yapıldı. Turizm Bakanlığı’nın özel sektöre arsa tahsisleri konusundaki kolaylaştırıcı ve seçici tavrını ise artık tüm kamuoyu biliyor.

En son ve çarpıcı bir örnekse, turizm sektörü açısından da kritik bir önemi olan Kapadokya bölgesine yönelik yaşanan gelişmeler. Geçtiğimiz Mayıs ayında çıkarılan bir yasayla bölgede planlama yetkilerinin, kurulacak Alan Başkanlığı’na devredilmesi öngörüldü. Gerekçe, çok başlılığı giderip, yetkilerin tek elde toplanması!

Birkaç gün önceyse Göreme, Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle Milli Park statüsünden çıkarıldı. Bu düzenlemeye yönelik tepkiler karşısında yapılan açıklamada, Milli Park statüsünün sona erdirilmesinin gerekçesi olarak çok başlılığın ortadan kaldırılması gösterildi.

Tam da bunu söylüyordum; imarda çok başlılık döneminin sonuna geliyoruz. Artık pasta küçük ve yetmiyor. O nedenle merkez el koyuyor ve çevreyi devre dışı bırakıyor. Bu tür stratejik alanlarda yetki tümüyle merkeze çekiliyor. Yaratılacak rantı belirleme ve dağıtma yetkisini merkez tek başına üstlenecek. Belediyeler, son yapılan düzenlemelerde ve yetkilendirmelerde neredeyse hiç yok. Tıpkı İBB’nin Sirkeci ve Haydarpaşa depolama alanı ihalesinde olamaması gibi!

Öte yandan pasta küçüldükçe merkeziyetçiliğin belediyeler düzeyinde de kendisini göstereceği anlaşılıyor. Büyükşehir ilçe belediyelerinin merkez ve taşra olmak üzere iki düzeyli hale getirileceği haberi bu öngörüyü doğruluyor.

Şerif Mardin yaşıyor olsa imar edilen bu yeni merkez-çevre hallerine ne derdi acaba?