SEKA, 1998 yılında özelleştirme kapsamına girerek KİT statüsünü yitirdi ve “Anonim Şirket” vasfını aldı. Başka bir deyişle özel sektör, kâğıdın temel hammaddesi selüloz üretimini ve dolayısıyla kâğıdı tamamen dışa bağımlı hale getirdi

Yayıncılık sektörünün  krizi: Kâğıt

Batuhan Sarıcan - IG ve Twitter: @batusrcn

Yayıncılık sektörünün krizde olduğunu duymayan kalmamıştır. Artan döviz kurunun neden olduğu kâğıt bunalımı; yayınevlerinden, dergi ve gazetelere kadar birçok kültürel mecrayı olumsuz etkiliyor. Söz konusu mecralar işgücünü, sayfa sayılarını veya yayımlanan kitap sayısını azaltarak bazı önlemler almaya çalışıyor. Kendilerine göre haklı nedenleri yok denemez. Peki ama bu yolun sonu nereye çıkıyor?

Türkiye’deki kâğıt üretiminin, pazarın %97’sinin ihtiyaçlarına karşılık veremeyeceğine dikkat çeken Türkiye Yayıncılar Birliği Başkanı Kenan Kocatürk; Türkiye’de kitap kâğıdı üretilmediğini, tonu 750 avro olan kâğıt ederinin, bugünlerde 900 avroya fırladığını ifade ediyor.1 Kâğıda olan talep arttıkça bu ederin daha da yükseleceği ortada. Hal böyle olunca da yayıncılık sektörünün girdiği dar boğazda “kâğıt faktörünün” bir neden değil, sonuç olduğunu söyleyebiliriz. Bu kanıya varmak için de kâğıdın Türkiye sınırları içindeki yolculuğuna bakmamız, en azından büyük resmi görebilmemiz açısından yeterli olabilir.

Türkiye’deki Yerli Kâğıt Üretiminin Yolculuğu
I. Beş Yıllık Sanayi Planı kapsamında kâğıt fabrikası kurma görevinin Sümerbank’a verilmesiyle birlikte kâğıdın Türkiye topraklarındaki üretim yolculuğu başladı; Türkiye’deki ilk kâğıt fabrikasının temeli de 1934 yılında İzmit’te atıldı. İlk yerli kâğıt üretimi ise 1936 yılında gerçekleşti. Aynı yıl işletmeye alınan İzmit Kâğıt ve Karton Fabrikası’nın adı, 1938 yılında Sümerbank Selüloz Sanayii Müessesesi olarak değişti. İlk yerli kâğıdın üretildiği 1936’dan 1950’li yıllara kadar artış gösteren yerli kâğıt üretimi, özellikle eğitim-öğretim ve haberleşme alanlarında büyük faydalar sağladı. Bu durumla paralel olarak, kâğıda olan talep de artış gösterdi. Üçüncü kâğıt fabrikasının da kurulmasının ardından müessese, 1955 yılında Sümerbank’tan ayrılarak Türkiye Selüloz ve Kâğıt Fabrikaları (SEKA) adını aldı ve Kamu İktisadi Teşebbüsü (KİT) olarak yapılandırıldı. Ardından Afyon, Antalya, Balıkesir ve Kastamonu müesseseleri kurularak üretim miktarı artış gösterdi. Buraya kadar her şey kulağa hoş geliyor. Peki, ya sonrası?

1980’li yıllarda neoliberalizmin IMF ve Dünya Bankası eliyle Türkiye sınırları içinde köklerini salmaya başlamasıyla birlikte devletin korumacı tedbirleri de ortadan kalkmaya başladı. Özelleştirmeler, neoliberalizmin yerli üretimin kanını emmesi için iyi bir fırsattı. Kâğıt ve üretiminin özünü oluşturan selüloz üretimi de bundan nasibini alacaktı. SEKA, 1998 yılında özelleştirme kapsamına girerek KİT statüsünü yitirdi ve “Anonim Şirket” vasfını aldı.2 Başka bir deyişle özel sektör, kâğıdın temel hammaddesi selüloz üretimini ve dolayısıyla kâğıdı tamamen dışa bağımlı hale getirdi. 2004 yılında ise tabiri yerindeyse Türkiye’deki yerli kâğıt ve selüloz üretimi durma noktasına geldi. Bugün geldiğimiz noktada ise kâğıdı dışarıdan ithal eder hale geldik. Sonrası dövize bağlı bir edebiyat… SEKA bugün geçmiş zamanın izlerini taşıyan bir müze artık. Ne acı değil mi?

Kâğıtta Dışa Bağımlılık
Kâğıt ürünleri ithalatı; kâğıt ve karton, kâğıt hamurundan, kâğıttan veya kartondan eşya kalemlerinden oluşuyor. Birleşmiş Milletler’in COMTRADE verilerine göre, Türkiye’nin ithal ettiği bu ürünler, 2017 yılı toplam ithalatının %1,2’sine karşılık geliyor. 2,81 milyar dolarlık bir pazardan bahsediyoruz. Kâğıt ithal ettiğimiz ülkeler sırasıyla; Almanya (%16), Finlandiya (%10), Çin (%9,8), İsveç (%8,3) ve ABD (%7,4)3.

Geçtiğimiz günlerde ABD’ye, kâğıt ve kâğıt üretiminde kullanılan hammaddeler için %20 ila %50 arasında ek gümrük vergisi konması da ayrı bir mesele. Bu kararın ilk dörtteki ülkelere yarayacağı aşikâr. Ancak sorun şu ki diğer ülkelerle de yine döviz üzerinden ticaret yapılıyor. Yani değneğin uçlarından hoş kokular gelmiyor. Hal böyle olunca da dış politikada verdiğiniz bir falso, döviz kurunu yerinden oynatmakla kalmıyor, aynı zamanda medeniyetin ve kültürel değerlerin aracısı olan yayıncılık sektörünün ocağına da incir ağacı dikiyor.

Kişi Başına Kitap Sayısı ve Tirajlar Düşüşte
Yayımcı Meslek Birlikleri Federasyonu (YAYFED) 2018 Temmuz ayı bandrol verilerine göre, önceki yıla kıyasla kitap üretiminde %26 artış var.4 Türkiye Yayıncılar Birliği’nin 2017 yılı Türkiye Kitap Pazarı Raporu’na baktığımızda ise üretilen yeni kitap sayısının %10,8 arttığını görüyoruz.5 Kültür yayınları alt başlığında bulunan yetişkin kurgu ve kurgu dışı kitaplarla birlikte çocuk ve ilk gençlik kategorilerinde yükseliş söz konusu. Bu veriler kulağa hoş gelebilir. Ancak kişi başına düşen kitap sayısında geçtiğimiz yıla kıyasla düşüş göze çarpıyor. (2016’da 8,4 iken, 2017’de 7,76) Söz konusu krizle birlikte bu rakamın daha da düşmesi sürpriz olmayacak gibi. Zira satış rakamlarında düşüş beklediklerini ifade eden Kenan Kocatürk, bu hareketlilik ve belirsizliğin devam etmesi durumunda, küçük ve orta ölçekli yayıncıların faaliyetlerinin sekteye uğrayabileceği, korsanın artabileceği ve yayıncıların materyal basmasının zora girebileceği konusunda uyarıyor ve sektörü dayanışmaya çağırıyor.6

Gazete ve dergiler için de durum pek iç açıcı değil. TÜİK’in yazılı medya istatistiklerine göre, gazete sayısı 2013’ten 2017’ye 3 bin 100’den 2 bin 474’e azalırken dergi sayısı da 4 bin 58’den 3 bin 650’ye düşmüş durumda. Bununla birlikte gazetelerin yıllık tirajı, aynı yıl aralığında 2 milyon 296’dan 1 milyon 559’a; dergilerin tirajı ise 165 milyondan 102 milyona düştü.7

Çözüm: Yerli hammadde ve üretim
Sonuç olarak kâğıt üretiminde kendi hammaddemizi üretmediğimiz sürece (tarımda ve diğer alanlarda olduğu gibi) basılı yayıncılığın, krizlere karşı kırılganlığının devam edeceği ortada. Ekonomik krizden çıkışın yolu ise bu topraklarda üretebileceğimiz her türlü hammaddeyi üretme yoluna girmekten geçiyor. Hammaddeyi dışarıdan alıp Türkiye’de nihai ürüne dönüştürmenin, sürdürülebilir bir ekonomi adına karşılığı yok.

Bu bağlamda, yayıncılık sektörünün kurtuluşunun da emekçileri işlerinden çıkarmak veya sayfa/yayın/forma sayılarını düşürmek gibi “günü kurtarma” aksiyonlarından değil, yerli selüloz ve kâğıt fabrikalarının temellerini atmaktan geçtiğini söyleyebiliriz. O temeller atılmadıkça ve mantalite değişmedikçe basılı yayıncılık, Thanatos’la kucaklaşmaya doğru koşar adım ilerleyecek; ölüm tanrısına…

1 Burcu Karakaş, Dolar Kâğıdı Vurdu: Yayıncılık Krizde, DW, Erişim Tarihi: 25.08.2018 https://www.dw.com/tr/dolar-ka%C4%9F%C4%B1d%C4%B1-vurdu-yay%C4%B1nc%C4%B1l%C4%B1k-krizde/a-45206418
2 İzettin Önder vd. Kâğıt Sektörü ve SEKA Analizi, s.5, http://sendika62.org/depo/sekaraporu.pdf
3 https://tradingeconomics.com/turkey/imports/paper-paperboard-articles-pulp-paper-board
4 https://www.yayfed.org/website/content/280
5 http://turkyaybir.org.tr/2017-turkiye-kitap-pazari-raporu/#.W4O68ugzbIU
6 http://turkyaybir.org.tr/turkiye-yayincilar-birligi-mali-krizde-dayanismaya-cagiriyor/#.W4O8oOgzbIX
7 http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=27605