Olaylar yine almış başını gidiyor; düşürülen uçak, Suriye ile gerilim derken PKK’nın saldırıları ve arkasından gelen ölümler.... Ve hiç bitmeyen tutuklamalar, tutuklamalar.... 
 
Askeri vesayet, yargı vesayeti derken, “korku vesayeti” gibi bir durum içine girdiğimizi söylesek, abartı olmaz.  Baksanıza, Ertuğrul Kürkçü ne diyor: Associated Press’in yaptığı bir araştırmaya göre, dünyadaki terör suçlularının üçte biri Türkiye’deymiş! 35 bini geçen terörle ilişik mahkumiyetin 12 bin 897’si  Türkiye’de karara bağlanmış. Çİn’i bile geçen bir rekora sahibiz yani!  8 bin 895 kişi de, siyasal suçlu olarak cezaevinde. Onlar siyaset yaptıklarını düşünüyorlar; devlet onları “terörle” suçluyor!  
 
Öğrenciler İnisiyatifi, cezaevlerinde 325’i hükümlü olan 771 öğrencinin bulunduğunu açıklıyor. Öte yandan binleri bulan KCK tutuklamaları, yerel yöneticilerden gazetecilere,  oradan da sendikalara kadar uzandı. KESK gibi emek açısından etkin bir sendikanın yöneticileri ve üyeleri şimdi terörle suçlanmakta. Ferhat Tunç, bir sanatçı, “Marksist Komünis Parti (MKP) propagandası yapmak” suçundan iki yıl hapis cezası almış! 
 
Özetle, farklı düşünen, düşündüğünü söylemekten çekinmeyen, muhalif kimliğiyle öne çıkan birçok insan ya tutuklu ya hüküm giymiş durumda. Bir de dinlenme, izlenme hikayelerini düşünürseniz, düşünce özgürlüğünün tehdit altına alındığı, toplumsal muhalefetin budandığının ötesinde bir gözdağı havası yaratıldığını düşünmemek olanaksız. Artık ”korku imparatorluğu, korku vesayeti mi”, ne derseniz deyin! 
 
Buna bir örnek de Avukat Canan Arın’ın başına gelenler.... 23 haziran’da Gaziantep’te saat 5.30’da gözaltına alınmış, beş altı saat süren sorgudan sonra serbest bırakılmış. Avukatların gözaltına alınması açısından uygulanması gereken prosedürlerin atlanmasına yol açan suçu neymiş diye sorarsanız, ne diyeceğimi bilemiyorum. Aylar önceki bir konferansta erken evlilikler ve çocuk gelinlerden söz ederken, Cumhurbaşkanı’nın eşinin de 15 yaşında evlendiğinden söz etmiş. Ne var bunda diyebilirsiniz; Türkiye’deki erken evliliklerin yaygınlığına örnek diye bilinen bir kişiden söz etmek niye suç olsun? 
 
Ama burası Türkiye; bırakınız ciddi bir muhalefeti, masum bir dokunuş bile başa iş açabiliyor. Gel de, Ahmet Şık’ın “dokunan yanar” haykırışını hatırlama! 
 
İçimizi Serinleten Sanat ve Sembol Kişiler
 
Bu bunaltıcı gündem içinde, bir serinlik, bir ferahlık nerededir derseniz galiba sanattan başka yol yok. Sanat da, sanatçı da, yalnız büyük kentlere has değil; daha doğrusu olmamalı.  Büyük kentlerin gösterişli ve iddialı sanat olaylarına karşı, küçük yerlerde de daha sade ama daha sahici tatlar yaratmak mümkün. Ne yazık ki, bunu gerçekleştirebilen yöreler sayılı! 
 
Oysa birçok yörede, orada yetişmiş, ya da yerleşmiş, yıllar içinde oranın sembolü haline gelmiş sanatçılar var. Bazıları gençlikte, bazıları ileri yaşlarda oralarda yaşamış, üretmiş, oralara gönül bağıyla bağlanmış isimlerdir bunlar ve  aslında buraların da o isimlere sahip çıkmaları beklenir. Yalnız, bu kişiler adına değil, onların kendi yörelerine katacağı nitelik, getireceği zenginlik adına da gereklidir bu sahiplenme. Yapabilseler, yerel yönetimlerin beldesinde toplumsal gelişme adına bu sanatçılardan, onların sembolik değerlerinden alabilecekleri çok şey de vardır. 
 
Örneğin Foça, Avni Arbaş, Ferruh Başağa, Fahir Aksoy gibi ünlü ressamlara yıllarca ev sahipliği yapmış bir yer. Onları yitirdikten sonra, bugün hayatta olan bir de ünlü yazarı var Foça’nın; Tarık Dursun K....  Öyküden romana, şiir antolojisinden deneme kitaplarına, senaryo yazarlığından yayın yönetmenliğine kadar edebiyatın hemen  her alanında çalışmış, eser vermiş üretken bir sanatçıdır Tarık Dursun K.  İstanbul ve İzmir’den sonra  yerleştiği yer de Eski Foça. 
 
Geçenlerde 81. yaş günü kutlandı burada; yazar arkadaşları, dostları, sevdikleriyle küçük, fakat anlamlı bir kutlama yapıldı. Dostları biraraya gelip, onu anlatan bir de derleme kitap hazırlamışlar 81. yaşı için; adı, “Öpüldünüz Çocuklar.”   Yazanların her biri, ya bir sevgiyi, bir dostluğu dile getirmiş, ya da Tarık Dursun K.’dan alınan hayat derslerini....
 
Bunca üretkenlik, bunca sevgi ve dostluğu görünce, “şanslı bir yazar” diye düşünmeden edemedim. O ise, oldukça karamsar.... Karamsarlığı kendisiyle ilgili değil; toplumun, dünyanın nereye gittiği derdi var onun da birçoğumuz gibi. “Yazarı çok, okuyanı yok bir toplum” derken, en çok da edebiyattan, felsefeden uzak kalan gençlik adına üzüldüğü belli. 
 
Bir sokağa adının verilmesi konuşuldu o kutlamada; Foça Belediye Başkanı da orada. Düşündüm; sokağa adını vermek iyi de, yeterli mi; daha anlamlı şeyler yapmak niye düşünülmez! Örneğin, her yıl tekrarlanacak “Tarık Dursun K Öykü Günleri düzenlemek.”  Yılların edebiyatçılarıyla gençleri buluşturmak; okumak, dinlemek, söyleşmek... Belki sonunda genç bir yazara küçük bir ödül... Neden olmasın değil mi? Yerel yönetim girişsin bu işe; Kültür Bakanlığı desteklesin.... Hatta yalnız Foça için değil; daha birçok kasaba içinden yetişmiş insanlar kendi adlarını taşıyan etkinliklerle anılsınlar, kuşaktan kuşağa yaşasınlar; onlarla birlikte o yöreler de canlansın, zenginleşsin... 
 
Neden olmasın? Para mı engel, niyet mi yok! Bilinmiyor mu ki, toplumun kaygı ve korkuya değil, refah gibi ferah ve gelişime ihtiyacı var. Yöneticinin işi de bu!