Kendi kurtuluşlarını yaratan kadınların hikâyelerini anlattığı yeni romanı yayımlanan Arlin Çiçekçi “İkili ilişkiler ile toplumu etkileyen siyasi kararların arkasında kimi zaman sadece mutsuz bir çocuk görüyorum” diyor.

Yazar Arlin Çiçekçi, yeni romanını anlattı: Diriler ölüler kadar görünmüyor
Fotoğraf: BirGün

Günnur AKSAKAL BAYKAN

İlk romanı Beşerbazın Mârifeti ile yayın dünyasında kendine iyi bir yer edinen Arlin Çiçekçi, bir yıl arayla ikinci romanı Servi Nine ve Üç Güzeller ile okurlarıyla buluştu. Nazlı Tancı ve Beyza Ertem editörlüğünde İthaki Yayınları tarafından yayımlanan roman, kendi kurtuluşlarını yaratan kadınların hikâyesine odaklanıyor. Masalsı ve mistik anlatım dili, özgün kurgusuyla dikkat çeken roman üzerine Arlin Çiçekçi ile keyifli bir söyleşi yaptık. İyi okumalar.

Edebi eserlerin niteliğini ve yazarın dile hâkimiyetini gösteren ölçütlerden biri kelime dağarcığı. Beşerbazın Mârifeti’nde de dikkatimi çeken bir durum, diliniz ve kelime seçimleriniz çeşitli. Dil çalışmalarına ilginiz var mı?

Akademik anlamda dil çalışmalarını takip ettiğimi söyleyemem ama insanların konuşmalarına, farklı aksanlara, günlük konuşma dilinin dışındaki kelime kullanımlarına ilgiliyim. Osmanlıcadan, Farsçadan Türkçeye geçen kelimelerin yanı sıra rutinin dışına çıkan tüm dil kullanımları bana ek bir keyif veriyor. Mesela argo keşfetmeye doyamayacağım deniz derya bir dağarcık, bambaşka bir yaşamın dili. Argoda her kelimenin ardında yaşanmış bir hikâye var, tarih var, kayda geçmesi gereken bir kültür var. “Afyonu patlamak” örneğini vereyim. Uyku mahmurluğunu üzerinden atmak, ayılmak anlamlarına gelen bir argo deyim ve aynı zamanda bir hikâyesi var tabii; Osmanlı devrinde Ramazan ayında uyuşturucu kullananlar oruçları bozulmasın diye içi afyon dolu kapsülleri sahur vakti yutarlarmış. Tek başına bir kelime, bir devirle ilgili ne kadar çok bilgi içeriyor. O yüzden Hulki Aktunç ve Ali Püsküllüoğlu gibi isimlerin argo terimleri sözlükleri başucu kitaplarımın arasında yer alıyor.

SERVİ NİNE VE ÜÇ GÜZELLER, Arlin Çiçekçi, İthaki Yayınları, 2022SERVİ NİNE VE ÜÇ GÜZELLER, Arlin Çiçekçi, İthaki Yayınları, 2022

Roman geçmiş yüzyıllara uzanıyor. Romanı yazarken o döneme ilişkin hangi yazarlardan ya da metinlerden beslendiniz?

Boş vakitlerimde eski gazete arşivlerinde vakit geçirmeyi seviyordum ama son zamanlarda kadı sicillerinin halka açılmasıyla yeni bir meşgale edinmiş oldum. Rastgele kadı sicilleri okuyorum. Hatta bazı hikâyelerde, bu sicillerdeki davalardan da beslendim. Birebir bir hikâye almasam da oradaki dünyayı ve dönemin dinamiklerini anlamak, geçmişteki bir ortamı koklayabilmek açısından yardımcı oluyor. Servi Nine’nin kendi hikâyesinde ise, Kate Fleet ve Ebru Boyar‘ın birlikte kaleme aldığı Osmanlı İstanbul’unun Toplumsal Tarihi’nden faydalandım ve hikâyenin geçtiği Kasap İlyas Mahallesi’nin yapısını, hamamını, camisini, evlerini mahallelinin ilişkilerini anlayabilmek için de Cem Behar’ın Bir Mahallenin Doğumu ve Ölümü çalışmasını neredeyse hatmettim. Her birinin emeklerine sağlık.

Romanda okur bütün hikâyeyi “son”lardan takip ediyor. İlk sayfalarda “Hayat anlardan ibaret derler ama yanılırlar, hayat aslında sonlardan ibarettir” diyorsunuz. Bu tercihin sebebi ile insan hayatındaki başlangıç ve sonlar üzerine ne düşünüyorsunuz?

Son dediğimiz sadece son sayfadan ibaret değil, hikâyenin katmanları içinde de birçok son var. Ömür dediğimiz şey de yaşadığımız birçok sonun toplamı. Her son şok etkisi yaratmak zorunda değil. Bazen bir olay yahut bir an, bize yaşarken önemsiz gözükür ama dönüp baktığımızda o an için “Bir devrin sonuymuş meğer” deriz. Hikâyeye biraz da bunları düşünerek başlamak bir şekilde romanın ritmini, kurgusunu belirledi.

Ana hikâyeyle iç içe geçen güçlü bir yan hikâye de var. Bu hikâyede Anadolu kültürü ve inanışlarında çokça geçen evliyalar, yatırlar yer alıyor; metnin genel havası da sözlü anlatı geleneğini anımsatıyor. Ne söylemek istersiniz?

Hikâyenin doğası gereği romanın dili sözlü anlatı geleneğinin etkisi altına girdi. Servi Nine’nin üç yüz küsur yaşının verdiği dinginlik ve gün görmüşlükle aktardığı olayların tümü bu coğrafyadaki yaşanmışlıklar, dolayısıyla Servi Nine de Anadolu’nun sözlü anlatı geleneğini yaratan âşıkların, dengbejlerin, meddahların diline öykünüyor ve ortaya bu türden yarı masalsı, yarı mistik bir üslup çıkıyor.

İlk romanınız Beşerbazın Mârifeti aile kurumuna odaklanıyordu. Aslında Servi Nine ve Üç Güzeller için de benzer bir şey söyleyebiliriz. Karakterlerin aile yapılarına, çocukluk travmalarına epey yer veriyorsunuz. Aile kurumuyla hesaplaşırken en iyi yollardan biri, romanlar. Ne dersiniz?

Birçok hesaplaşmada olduğu gibi bu konuda da romanlar ya da her türden sanat formu bazen kalkan bazen de kılıca dönüşebiliyor elimizde. Kimi zaman ardına geçip güvende hissediyoruz, kimi zaman da sapından kavradığımız gibi meydanlara yürüyoruz. Aile kurumu özelinde cevaplayacak olursam yaşadıkça anlıyorum ki mutlu bir çocukluk geçirmek kadar büyük bir şans yok bu hayatta ve yaşadığımız birçok sorunun bu şansa erişememiş insanlar yüzünden olduğunu görüyoruz. İstediğiniz kadar mutlu bir çocukluk geçirmiş olun, mesaide bulunduğunuz insan çocukken şefkat görmemişse, eziklik duyarak büyümüşse, bir çocuğun sırtlanmaması gereken yükleri sırtlanmışsa o mesai bir sorun yumağına dönüşüyor. İkili ilişkilerde ve toplumu etkileyecek siyasi kararların arkasında kimi zaman sadece mutsuz bir çocuk görüyorum. Sadece yazmak yetmiyor. Bu döngüyü kırmak için yapabileceğimiz en önemli şey erişebildiğimiz her çocuğu sarıp sarmalamak, hamurlarının şefkatle yoğrulduğundan emin olmak. Bu anlamda koruyucu vakıfları ve çocuk yoksulluğu alanındaki çalışmaları çok önemsiyorum. Bu alanda mucizeler gerçekleştiren, eli kolu her yere yetişen Hacer Foggo gibi insanlar var. Kendimiz bir şey yapamıyorsak da bu devrin kahramanları diyebileceğimiz Hacer Foggo gibi toplum gönüllülerine, vakıflara el uzatabilir, onların mücadelesine destek olabiliriz.

Romanın odağında kadın karakterler var. Hatta sizden alıntılayarak söylemek gerekirse Suna “kabuğu sıyrıla sıyrıla ruhunun hatları iyiden iyiye belirginleşen”, hayatını yeniden doğuran kadınlardan biri. Neden onlar üzerine yazmak istediniz?

Şiddet görmüş kadınların hikâyelerinden ancak öldüklerinde haberimiz oluyor. Sadece savaşı kaybedenleri biliyoruz. Biri de çıkıp yazmıyor bir kadının, içine düştüğü cehenneminden nasıl kurtulduğunun öyküsünü. Savaşı kazanan kadınların öyküleri çok cılız, çok sessiz, hâl böyle olunca kim nasıl yüreklensin? Her gün, “Boşandığı eşi tarafından bıçaklanarak öldürüldü!” haberlerini okuyan bir kadın, ona şiddet uygulayan kocasından boşanmak için bir adım atmaya cesaret bulabilir? Hangi hikâyeyle yüreklenir? Oysa, kurtulmayı başaran yüzlercesi var, kaderini tersine döndürebilmiş, erkeğin zulmü ile mücadele edip kazanmış kadınlar... Varlar. Bu kadınları duymuyoruz, hikâyelerini bilmiyoruz, haber değeri görmüyoruz, yeterince ajitasyon malzemesi bulmuyoruz onlarda belki de. Oysa en çok onlarınkini bilmeliyiz. “Diriler görünmüyor kimilerine, ölülerin göründüğü kadar” derken bunu demek istedim. Suna her ne kadar fiziksel şiddete maruz kalmamış olsa da gördüğü psikolojik şiddet fiziki bir hâl almadan noktayı koyabilmiş, mukavemet gösterebilmiş bir kadın. Suna, o dirilerden biri.

Yeni projeleriniz neler?

Bir senaryo bir de roman var ama hangisine ağırlık vereceğimi, hangisini önceliklendireceğimi bilemiyorum. Bunu ben de yakında öğreneceğim.