PEN International Başkanı ve Yazar Burhan Sönmez baskılara karşı dayanışmanın önemine vurgu yaparak, “Etkimizin bir sınırı olabilir ama kararlılığımızın sınırı yok, mümkün olan her şeyi deniyor, zorluyoruz” diyor.

Yazar Burhan Sönmez: Kararlılığımızın bir sınırı yok

Oğuzcan ÜNLÜ

Türkiye’de uzun yıllar demokrasi, ifade özgürlüğü ve insan hakları için mücadele eden yazar Burhan Sönmez, 2016’dan beri yönetim kurulu üyeliği yaptığı PEN International’ın 2021Eylül ayında başkanlığına seçildi.TAKSAV’ın kurucularından biri olan Sönmez, Ayrıntı Yayınları’nda genel yayın yönetmenliği de yaptı.Sönmez’in2009’da Kuzey, 2011’de Masumlar, 2015’te İstanbul İstanbul, 2018’de Labirent ve 2021’de Taş ve Gölgeromanları okuyucuyla buluştu. Sönmez, 2011’de Sedat Simavi Edebiyat Ödülü ve İzmir St. Joseph Roman Ödülü,2017 yılında New York’ta verilen Vaclav Havel Ödülü ve2018 yılında Londra’da verilen EBRD Edebiyat Ödülü gibi ödüller aldı. Burhan Sönmez ile PEN International başkanlığına seçilme süreci ve Türkiye’deki güncel durumüzerine konuştuk.

PEN International’ın 100. yılında başkanlığa seçilmek size neler hissettirdi?

PEN’in yüzüncü yılına özel önem vererek kutlamalar için iki yıl öncesinden hazırlıklara başlamıştık. Ama Covid-19 salgını her şeyi etkilediği gibi bizim programlarımızı da alt üst etti. Bizde kongre her yıl Eylül ayında yapılır, son iki yıldır kongrelerimizi online olarak uzaktan yapmak zorunda kaldık. Dezavantajları olan bir süreçte, online iletişimin kolaylığından yararlanarak fazlasıyla tartışma toplantısı örgütleme olanağı da bulduk. PEN’in yüzyıllık evrensel tarihini anlatan kapsamlı bir kitap hazırladık. Bu kitabı okuduğunuzda yalnızca PEN’in değil insanlığın yakın dönem tarihine tanık oluyorsunuz. İngiliz yazar Catherine Amy Dawson Scott 1921 yılında Londra’dabir grup yazarı bir yemekte buluşturup, uluslararası bir yazar ağı oluşturma hayalini paylaştığında hiç kimse bunun nasıl bir yöne evirileceğini bilmiyordu. İşte şimdi ilk yüzyılımızı tamamladık ve ikinci yüzyıla adım attık. Yeni yüzyıla girerken PEN’in başkanlığını üstlenmek hem bir onur hem de büyük bir sorumluluk duygusu veriyor. Bu yılki kongremizi İsveç’te gerçekleştireceğiz. Covid-19 salgını bu kez uluslararası buluşmamıza engel olamayacak ümidiyle hazırlıklarımızı yapıyor, geçen yıl yüzüncü yaşımızda bir araya gelemediğimiz için bu yılki kongreye 100+1 yaş kongresi başlığıyla özel programlar çıkarıyoruz.

YAZARLAR SÜREKLİ HEDEF ALINIYOR

Adaylığınız ve seçilme süreciniz nasıl gelişti? Sizin dışınızda iki aday daha olduğunu biliyoruz. PEN’de nasıl bir seçim ortamı vardı?

Bir önceki başkanımız Jennifer Clement bu görevdeki son süre olan altıncı yılını doldururken yeni başkanlık için tartışmalar başladı. Bana gelen teklifleri ilk başta fazla düşünmedim ama sonradan yakınımdaki arkadaşlarla değerlendirince buna hazırlanma kararı aldık. Yüz elli merkezi bulunan uluslararası bir örgütte kolektif çalışmak, yakın çalışma arkadaşlarıyla hareket etmek önemli. Başlarda pek çok adayın adı dolaşıyordu ama seçimden beş ay önce resmi adaylık süreci başladığındatoplam üç aday öne çıktı. Diğer iki aday, değerli meslektaşlarımız Ben Okri ve Gioconda Belli’ydi. Ben Okri, Booker Edebiyat Ödülü sahibi ve uzun yıllardır English PEN başkan yardımcılığı yapan Nijeryalı bir yazar. Gioconda Belli, Latin Amerika’nın önde gelen şairlerinden ve parçası olduğu Sandinist hareketin muhalif kanadında yer alarak Nikaragua devlet başkanı Ortega’nın baskıcı politikalarını eleştirdiği için geçen yıl ülkesinden ayrılmak zorunda kalan bir gazeteci. Seçim sürecinde edebiyatın bugünkü konumu, ifade özgürlüğü ve PEN’in geleceğine dair zengin tartışmalar gerçekleştirdik.

Başkanlığa seçilmeniz sonrası, “PEN International özgür ifadenin savunucusu ve risk altındaki yazarlar için bir sığınaktır. Bu bilinç ve sorumlulukla görevi teslim alıyorum,” demiştiniz. İnsan hakları, ifade özgürlüğü ve edebiyat nasıl bir ilişkiye sahip? Edebiyatın evrensel ve temel insani değerler üzerinde nasıl bir etkisi var?

PEN International, belli çizgileri olan bir platform. İki temel çizgimiz, edebiyatı desteklemek ve ifade özgürlüğünü savunmak. Bu iki çizginin daima iç içe geçtiğini ve dünyanın pek çok yerinde hedef alındığını biliyoruz. Biz edebiyatçılar, her sözümüzle dünyayı değiştirdiğimizi, sistemleri etkilediğimizi iddia etmiyoruz. Ama edebiyatın böyle bir gücü olmalı ki, baskıcı rejimler sürekli yazarları hedef alıyor, onlardan korktuklarını gösteriyorlar. Bu konuda örnekleri saymaya başlasak Sabahattin Ali’den Lorca’ya uzayan büyük bir liste yapmamız gerekecek. Tarihe bakmaya gerek yok, şu an içinde bulunduğumuz zamanda dünya genelinde binlerce yazar ve gazeteci baskıya maruz kalıyor. Biz binlerce vakayı izlemekte zorlanıyoruz, bunların arasından her yıl yaklaşık beş yüz ismi seçerek bir Case List (Vaka Listesi) hazırlıyoruz. Ne yazık ki bu listelerin sonu gelmiyor.

PEN International olarak risk altındaki yazarlar için ne gibi dayanışmalar gerçekleştiriyorsunuz? Gerçekleştirmeyi amaçladığınız planlar nelerdir?

Çalışmalarımız iki ayrı düzeyde gelişiyor, biri ulusal diğeri uluslararası düzeyde. Bizde her ülke merkezi bağımsızdır, kendi programını çıkarır. PEN International bunları gözeten bir yerden hem ulusal hem de uluslararası faaliyetlere katkı sunar. Dayanışmanın her türünü sahipleniyoruz. Basın açıklaması yapıyor, hapisteki yazarlara mektup kampanyasıyla destek çıkıyor, büyükelçilikler önünde protesto düzenliyor veya en son Londra’daki Julian Assange davasında olduğu gibi mahkemeleri kınayarak sorunu uluslararası platforma taşıyoruz. Diplomatik düzeyde hem tek tek ülkelerle hem de Birleşmiş Milletler gibi platformlarda girişimlerde bulunuyoruz. Etkimizin bir sınırı olabilir ama kararlılığımızın sınırı yok, mümkün olan her şeyi deniyor, zorluyoruz.

TÜRKİYE KÖTÜLER LİGİ’NDE

Türkiye özellikle son yıllarda insan hakları ihlalleriyle ve ifade özgürlüğüne dönük kısıtlamalarla sıkça anılıyor. Bu duruma karşı yıllardır çeşitli mücadeleler yürütmüş isimlerden birisiniz. Türkiye’nin güncel durumu hakkında neler düşünüyorsunuz?

Sürekli yurtdışında toplantılara katıldığım için herkes Türkiye’yle ilgili sorular soruyor. Maalesef ülkemiz fazla popüler, baskıcı politikalarıyla nam salmış. Kötüler Ligi’nde şampiyonluğa oynuyoruz. Gazetecileri hapse atıyor, üniversiteleri karartıyor, insanların ekmeğiyle oynuyoruz. Baskı, yolsuzluk ve yoksulluk bütün ülkemizi esir almışken, iyi haberler veremiyoruz kimseye. Ama bunca baskıya rağmen insanların ısrarla sesini yükseltmesi, zorluklardan korkamaması ve daha iyi bir ülke yaratma özlemini açıkça dile getirmesi, umut olduğunu da gösteriyor. Bu umudu güçlendirmek sıradan yurttaşların olduğu kadar yazarların da çabası.

Türkçe ve Kürtçe edebiyatın yurtdışındaki durumu ve etkisi hakkında neler söylemek istersiniz? Örneğin, Türkçe ve Kürtçe metinler yurtdışındaki okurlara yeteri kadar ulaşabiliyor mu?

Bu konuda fazla iyimser konuşamayacağım. Evet, yıllar öncesine göre şimdi daha fazla yazarımız yabancı dillere çevriliyor ve özellikle genç yazarların kitapları da okunuyor ama bu da belli sayıda isimle sınırlı. Bu konuda Türkçe edebiyat biraz daha şanslı, Kürtçe yazan yazarların uluslararası olanaklarıysa çok daha az. Kürtçe yazar temsil eden edebiyat ajansı yok denecek kadar az, çeviri olanakları sınırlı. Şu aralar Yıldız Çakar’ın Gerîneka Guernicayê adlı Kürtçe romanını okuyorum. Keşke başka ülkelerde yayınlanabilse diye düşünüyorum.

Boğaziçi Üniversitesi bileşenleri üniversitelerine atanan kayyum rektörlere karşı geçtiğimiz günlerde birinci yılını dolduran bir direniş içerisindeler. Boğaziçi Direnişi ve Türkiye’deki akademik özerkliğe ve özgürlüğe dönük müdahaleler hakkında siz neler söylemek istersiniz.

Özgürlüğün bir alanda savunulması, diğer alanlara da ilham ve umut oluyor. Akademide gelişen özgürlük direnişi yalnızca onların değil yazarların da gazetecilerin de özgürlüğünü ifade ediyor. Bütün toplumun söz söyleme ve geleceğine sahip çıkma ihtiyacının parçası bu. Bu tür çabaları, bulundukları alanla sınırlı düşünmemek, onların hem her yere yayılan hem de tarihte yer edinen anlamlar biriktirdiğini görmek gerek.

Fotoğraf: Roberto Gandola