Yazar Işıl Özgentürk: Devrimin içinde aşk da vardır
Yazar Işıl Özgentürk, 68 kuşağı ile ilgili tanıklıklarını, mücadeleyi, aşkı, edebiyatı konuştu. Özgentürk, “Tüm sağ iktidarlara rağmen, hâlâ ormanlar, limanlar, eğitim, kültür, eşitlik, adalet, hayat ve aşk için mücadele edenler varsa geçmişimizi öğrenmeye çabalamamız gerek” diyor

Gülşah Elikbank
Seferihisar’da Teos Ormancı’da 1 Ekim’de başlayıp bir hafta sürecek olan Yazı Kampı çalışmaları için Sevgili Işıl Özgentürk ile birlikteydim bu hafta. Biz oradayken İnşaat Mühendisleri Odası da genç öğrencilere harika bir kamp düzenlemekteydi ve Özgentürk’ün orada ilginç bir konuşması vardı; 68 Kuşağı hakkında. İşte o konuşmayı dinlerken düştü aklıma bu sorular. Sağ olsun, Işıl da hepsini içtenlikle ve her zamanki sevecenliğiyle yanıtladı.
»Işıl sen 68 kuşağının içinden birisin. Özellikle sanat ve insan ilişkileri (aşklar) açısından da. Bize o dönemi anlatır mısın? Neler yaşandı?
Belli ki, İnşaat mühendisi olacak genç arkadaşlarla yaptığım söyleşiyi dinlemişsin. Bir dinazor olarak onlara önce şöyle dediğimi anımsıyorum: “Bugün burada bu söyleşiyi yapabiliyorsak, bunu 68’li, 78’li yılların mücadelesine, hatta daha de geriye giderek ülkemizin devrimci mücadelesine borçluyuz. Benim kızdığım bir soru var, “o kadar kişi öldü, o kadar kişi işkenceler gördü ne değişti? Bu sorunun yanıtı çok net: Gelmiş geçmiş tüm sağ iktidarlara rağmen, hâlâ ormanlar, limanlar, eğitim, kültür, eşitlik, adalet, hayat ve aşk için mücadele edenler varsa, durup biraz düşünmemiz ve geçmişimizi öğrenmeye çabalamamız gerek.
İleride inşaat mühendisi olacak genç insanlara yedi gün boyunca eşlik eden üç fotoğraftan yola çıkmak isterim. Teoman Öztürk, TMMOB’nin efsane başkanı, (beni ilk kez öpen erkek) onun mücadelesini bilirsiniz. Şöyle der: İçimizdeki insan sevgisi ve yurtsever duygularıyla, bilimi, öğrendiklerimizi sömürücülerin ve emperyalistlerin emrine değil, halkımızın bilinçlenmesi için, halkımızın daha aydınlık günler görmesi için kullanmamız gerekir.” Öyleydi, 68 kuşağı çok şey öğrenmek ve bunları hayata geçirmek zorundaydı. Dünyaya bir kuyruklu yıldız çarpmış gibi her şey aydınlanmayı bekliyordu. Dünya halkları, Vietnam’da savaş sürdüren Amerika’ya, kendi sağ iktidarlarına ve tüm tabulara isyan halindeydi. Bizde de 61 anayasasının getirdiği kısmı özgürlük, inanılmaz bir çığır açmıştı. Artık dünyanın sol edebiyatına ulaşabiliyorduk, tüm klasikler basılıyordu ve artık Nazım Hikmet’in şiirleri sokaklarda, toplantılarda özgürce haykırılıyordu. Ve halk, sıradan insanlar bizi seviyordu, söylediğimiz sloganları hep birlikte haykırıyorlardı. “Milli Petrol !”, “Tütünümüz bizimdir!” Tütün dedim de bir Tütün mitingi aklıma geldi, bir başka 68 efsanesi o da size gülümsüyor, Harun Karadeniz ve arkadaşlarının yaptığı Karadeniz mitinglerinde binlerce, on binlerce tütün ve fırdık işçisi hep birlikte haykırıyordu: “Toprak işleyenin. Su hepimizindir!” Ve en sevdiğimiz slogan: Tam Bağımsız Türkiye!” 6.Filonun conileri deniz dökülüyordu, meclise giren ilk sosyalist milletvekilleri (Türkiye İşçi Partisi) ülkenin ilk kez duyduğu yepyeni bir düzenden söz ediyordu. Bu düzende, herkes özgür ve eşitti.
Yazarlar, sinemacılar, ressamlar, müzikçiler ülkenin gerçeklerini ve güzelliklerini, tüm fısıltılarını, derelerin sonsuz ritmin, denizlerin bereketini, bitmeyen gülmecesini hayata geçiriyorlardı. Örneğin ben bir sokak tiyatrosunda (Devrim İçin Hareket Tiyatrosu ) hem yazar hem çalışıyordum. Köprü, Amerika, Grev adlı oyunlarımızı grevdeki fabrikaların önünde,(onlarca fabrikada işçiler Grev yapıyorlardı ve şimdi bir talep söyleyeceğim, hayal gibi gelecek : “Bu iş yerinde 100 kadın işçi çalışıyor öyleyse çocukları için bir kreş istiyoruz.” Biliyorum genç okurlarım bu nasıl iş diyecekler, öyleydi ve aşk vardı. Bizleri o yıllarda açılan ve dünyanın en güzel, en etkileyici filmlerinin oynadığı SinemaTek’te, protesto yürüyüşlerinde, ve her an polisten kaçarken görebilirdiniz.
Ülkenin vatan haini çok
»Peki böylesi verimli, etkileyici bir dönemden bugünün sanatsal kuraklığına biz nasıl geldik? Eskiden ne programlar, paneller olurdu değil mi, hepsi hayal gibi artık?
Türkiye Cumhuriyeti bir bağımsızlık savaşından sonra kuruldu ve bir mucize gerçekleşti. Bu arada dünyanın en etkili eğitim modeli Köy Enstitüleri projesi devreye girdi. Soğuk savaş günleri başladığında kendi kendine yeten ve jeolojik olarak çok önemli bir konumda bulunan ülkemizin yeniden ele geçirilmesi gerekiyordu. Neredeyse sol iktidara gelecekti. İş Köy Enstitülerinin kapanmasıyla başladı ardından sağ iktidarlar emperyalizmin kollarına istekle atıldılar. Özellikle 12 Eylül darbesinden sonra gerçekten bizi ele getirdiler. Yalan dolan bir dönem başladı. Ne yazık ki, ülkenin haini çok. Pek çok aydın da, özellikle son 15 yılda kuşatılmamızı inanılmaz sular taşıdı. Ve en önemlisi gazeteleriyle, kitaplarıyla, filmleriyle öyle bir saldırıya geçtiler ki, insanı değerlerimizi (ben var olduğuna hep inandım ) usul usul yitirmeye başladık. Ve öyle bir yere geldik ki, Karşı Devrim İslamı da yedeğine alarak bu günkü Türkiye’yi yarattı. Bunda hepimizin suçu var. Yeterince mücadele etmedik. Bizde de her konuda gerçekleri yazan, onlarca kitap var, yeter ki merak edip okuyalım,sadece bir tüketim hayvanı olmayı reddedelim.
»Kimlerdi sizin yazarlarınız? Sen üniversitede ders de veriyorsun, gençler bahsettiğin yazarları tanıyor mu, okuyor mu?
Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Fakir Baykurt, Bekir Yıldız, Osman Şahin Fethi Naci, kısaca tüm gerçekçi yazarlar, tüm dönem şairleri, özellikle Sartre, Simone de Beauvoir, Rus klasikleri, Ekim devrimini, Küba ve Bolivya’yı anlatan kitaplar, tiyatro klasikleri,modern tiyatro yapıtları, ve İtalyan yeni gerçekçi sineması, Potemkin Zırhlısı o kadar çok şey var ki. Acı ama gerçek, gençler okumuyor ya da popüler olan kitaplara meraklılar. Benim hoca olarak önerdiğim kitapların ancak özetini okuyabiliyorlar. Odaklanamıyorlar, tanrı Google’e öylesine bağlılar ki, derinlemesine bir çalışma yapamıyorlar ve gerçekten geçmişi bilmiyorlar.