Yazdığım hiçbir şeye aşık değilim

AYNUR KULAK

Ayşegül Tözeren’in ilk kitabı ‘Edebiyatta Eleştirinin Eleştirisi’ adıyla Manos Yayınevi’nden çıktı.

Farklı bakış açılarını keşfetmek ve eleştirinin özüne inmek için Ayşegül Tözeren’le konuştuk.

» ‘Eleştiriyi’ her fırsatta yapmamıza rağmen tam olarak neyin ifadesidir ‘eleştiri’ diye adlandırdığımız şey?

Akademik yayınlarda, ‘sanat, edebiyat ve bilimsel eserleri inceleyerek onlar hakkında bir hükme varma, değerlendirme sanatı’ olarak tanımlanıyor. Tanımdaki sanat sözcüğünün altını çizmek isterim. Eleştiri diye adlandırdığımız şey ya da ‘sanat’ metinle yazarın da okurun da yüzleşmesini sağlayabilmelidir. “Metin bir soğandır” diye yazmıştım. Metni, gözleri kamaşmadan zar zar soyabilmelidir eleştirmen. Murathan Mungan’ın da yerinde bir tanımı var: “Eleştirmen edebiyatın orkestra şefidir” der.

»Diğer ülkelerle karşılaştırıldığında Türkiye’de ‘eleştiri’ mekanizması nasıl işliyor? Türk toplumunun sadece kendini eleştirmediğini düşündüğümüzde sağlıklı bir işleyiş üzerine mi kurulu sosyal yapımız? Türkiye’nin sanat ortamında ne derece sağlıklı bir şekilde işliyor eleştiri mekanizması? Türk entelektüelleri hakkını veriyor mu eleştirinin; hem yapan, hem de maruz kalan açısından soruyorum?

Eleştiriden, bir önceki adım aynaya bakmaktır. Yüzleşmekten çekinen bir toplumuz. Yüzleşemediğimiz, dolayısıyla özeleştiriden uzak bir yaşam sürdüğümüz için başkasına yönelik eleştirilerimiz kuru ve sığ kalıyor. Çağın içinden cevap vermek gerekirse, bütün selfilerde en güzel biz çıkmak istiyoruz. Bu yüzden bazı yazıları şöyle bitirdim: Gülümseyin çekiyorum. Çünkü özeleştiri içermeyen bir eleştiri, pozdan ibarettir. Elbette, sanat ve edebiyat dünyası da söylediklerimin dışında değil.

»Üçüncü sorunun devamı olarak kitapta ilginç bölümler var. Bu bölümlerden en ilgimi çeken Edebiyatta TOKİ’leşme çok satar kitch romanlar başlıklı bölüm. Son yıllarda Türk edebiyat ortamını nasıl eleştirirsek doğru bir yerden eleştirmiş oluruz? Bu soruyu Edebiyatta Ertesi Gün başlıklı bölümü de kapsayacak şekilde yanıtlar mısınız. Çünkü bu bölüm de kitabın önemli bölümlerinden biri.

Türkçe edebiyatı dönemler halinde eleştirmeye çalıştım. Bu yüzden seksenler, doksanlar, iki binler olarak ayırdım. Ancak bu dönemlerde yazanların tamamen ortak özellikler taşıdığı iddiasını savunmuyorum. Yıllar içinde, bastırılmış olanın bir sonraki dönemde biçim değiştirerek tekrar ortaya çıktığını görüyoruz. Bir dönem sokaklar, mahalleler toplumcu bir bakışla öyküye yoğun bir şekilde taşınırken, başka bir dönemde yazarlar çoğunlukla ısı geçirmeyen çift camın ardından yazar gibi… Elbette, her dönemin istisnaları da var.

İki binlerden söz ederken, ‘Gösteri Edebiyatı’ başlıklı özel bir bölüm hazırladım. Edebiyatta TOKİ’leşme de ‘Gösteri Edebiyatı’ bölümünde yer alan yazılardandı. Ancak gösteri edebiyatçıları geçmişteki dönemlerdeki popülist yaklaşımların da mirasını taşıyorlar. Özellikle de seksenlerin ortasından itibaren, Özalcı yıllarda iktisadi aklın hükümranlığının etkisinin iyiden iyiye hissedilmeye başladığı yılların.

Edebiyatta TOKİ’leşmeyi tanımlamak gerekirse… TOKİ kitaplar, isteneni veriyor. Örneğin, ‘bir dertten’ söz ediliyor. Ancak bu kadar büyük derdin ne olduğunu okur pek anlayamıyor, ama metin boyunca okura kitabı satın alırken peşin olarak ödediği duygusallık vaadinin karşılığı boca ediliyor. Kitapta böyle anlatmaya çalışmıştım. Dahası, bunlar, egemenin elinde kültürel bir aygıt olarak bulunuyor. Hem okurun aklındaki bilindik ön yargıları tekrar üretiyor, hem yerlerini sağlamlaştırıyor, hem de bu önyargılar üzerinden siyasi propaganda yapılmasının zeminini hazırlıyor. Bu bir psikolojik ayartma.

»Eleştiri deyince televizyonu göz ardı edemiyoruz. Televizyon çağı ‘eleştiri’ mekanizmasını nasıl etkiledi?

Can Kozanoğlu, doksanları anlattığı kitabında “benzeştiren ama birleştirmeyen bir iklimin hüküm sürdüğünü” yazıyor. Televizyon çağı olarak sözünü ettiğim doksanlardı. Sabahlara kadar süren tartışma programlarını izlediğimiz yıllar. Herkes konuşamasa da konuşanlar çok konuşuyor, çok görünüyordu.

Edebiyat ve yayın dünyası da görünmek ve okunmak arasındaki keskin bağlantıyı bir kez daha keşfetmişti. Şöyle yazdım doksanlarla ilgili: “Görünmek için yazılan metinler çoğaldıkça, sözcükler edebiyat ormanından çekilip alınarak, steril bir stüdyoda evcilleştirilmiş gibiydi.” Evcil sözcükler o dönemde pek eleştirilmemiş, hatta suya sabuna dokunmayan metinler el üstünde tutulmuşlar. Bunda politik baskının yarattığı sansürün, daha kötüsü otosansürün de etkisi bulunuyor. Otosansür zihninizde sinsice büyüyor, farketmiyorsunuz.

»Televizyonlarda eleştiri her anlamda (güncel hayat, sanat, spor, eğlence, politika…vb) ‘eleştiri’ unsuru olmaktan çıkıp gösteri hatta show niteliği kazanmış olabilir mi?

Olabilir: ‘Gösteri eleştirisi.’ Eleştirenin, eleştirdiği nesnesinin önüne geçip, zekâ gösterisine girdiğini görüyoruz. Bunlara eleştirmen mi demeliyiz, yoksa yorumcu mu ya da ‘aşırı’ yorumcu mu?

»Günümüzdeki eleştiri ortamı sosyal yapımıza uygun yapılıyor mu? Sosyal yapımızı geliştirici yönde mi?

Felsefe bilmeden, eleştiri yapılamaz ve felsefeye ilgi duyan pek fazla değil.

»Bu soruya çok da olumlu bir cevap veremeyeceğinizi düşünerek o zaman neden böyle bir kitap yazdınız? Buna iten sebep ve motive eden neydi?

Bedrettin Cömert’in ‘Eleştiriye Beş Kala’ başlıklı kitabını okumuştum. 1978’de katledilen eleştirmen Cömert, yazılarından birinde, eleştirmenlerin artık okurla yazar arasında iletişim kanalı olan kitap tanıtıcılığı görevini bile yapamamakta olduğunu belirtir. Onun nitelemesiyle kitap tellalları ‘kooperatifçilik’ oyununu oynamaktadır. Kitap tellalı olan eleştirmenin, Cömert’e göre ana ilkesi, ‘bugünün yarını var’dır. Cömert şöyle der: “Saldırdıkları kimseler, yarınki çıkarlarına hiçbir zaman zararı dokunmayacak kişilerdir.” Cömert, eleştirinin eleştirisine kafa yormuş, ancak çalışmaları yarıda kalmıştır. Belki Cömert’in kaldığı yerden devam ederek, yazdıklarımla en azından eleştiri dört kalayı gösterebilir diye düşündüm.

-Eleştiri mümkün mü hangi alanda olursa olsun? Eleştiri ile en fazla ne kadar yaklaşabiliriz hedeflediğimiz şeye?

Eleştiri her alanda mümkün. Ancak eleştirmenin bedeli ağır.

»Eleştirinin ‘öz eleştirisi’ mümkün mü?

Eleştirinin Özeleştirisi, Türkçe edebiyat eleştirisinin geleneğini eleştiriyor, bunu gelenekten kopuş olarak niteleyebilirsiniz. Ancak gelenekten kopuş da, o geleneğe dâhildir. Bu yüzden kitap, özeleştirinin mümkün olduğunun göstergesi. Yazdıklarımın arkasında durabilirim. Ancak yazdığım hiçbir şeye âşık değilim, yazdıklarımı da eleştirebilirim.