Yazı Dizisi -1: Adalet talebi yükselirken muhalafet ne yapacak?

HAZIRLAYAN: YAŞAR AYDIN yasaraydin@birgun.net @yasaraydinnn

Parlamento gündemini katılımın serbest olduğu, süre sınırının olmadığı forumlarda tartışmak, alternatif eğitim müfredatları hazırlayıp bunları gerçekleştirmek, herkese açık alternatif yargılamalarla gerçeği aramak, sivil itaatsizlikler örgütlemek, aktif boykotlar yapmak gibi alternatifler tartışılabilir.

CHP PM Üyesi ve Milletvekili İlhan Cihaner: Parlamentoya sıkışmış siyaset felaket olur

yazi-dizisi-1-adalet-talebi-yukselirken-muhalafet-ne-yapacak-335683-1.
Ülkemizin içinde bulunduğu özgün şartlar göz önünde bulundurulunca adaletsizliklerden şikayetçi geniş kitlelerin oluşturduğu milyonlar adalet çağrısına cevap ve destek verdi. Adalet talebinin bu karşı konulamaz niteliği aynı zamanda iktidarın engelleme potansiyelini de ortadan kaldırdı. Bunun yanında, başta CHP tabanı olmak üzere öteden beri bu tarz eylemlere dönük birikmiş beklenti, iktidarın kutuplaştırıcı söylemi karşısında gerçek bir birleştirici ve ortak talep, solun/sosyalistlerin ve entelektüellerin hızlı bir şekilde olumlu yanıt ve omuz vermeleri ve tabiiki esas olarak tüm toplumsal ilişkilere nüfuz etmiş ağır adaletsizlikler bu talebi kitleselleştirdi.

Mücadeleden kasıt basitçe eşitlik, özgürlük, adalet, emek ve barış mücadelesi ise; adalet yürüyüşü ve mitingi olumlu yönleri kadar riskleri ile de değerlendirilmeli. Yılmış, umutsuzluğa kapılmış, referandum sonrası “herşeyin bittiğini”, demokratik kanalların tıkandığını düşünen insanlara umut, moral ve cesaret verdi. Başta iktidarınkiler olmak üzere sokağı yasaklayan ve kriminalize eden söylemleri boşa çıkardı. Doğru önderlik, zamanlama ve taleple ortaya çıkıldığında en çok eleştirilen örgütlü yapıların bile etkin olabileceğini ispatladı. Artık barındırdığı risklere odaklanmak belki de daha önemli. Öncelikle adalet yürüyüşü ve mitingi romantizminden artık sıyrılmak gerek. Çoklukla söylendiği gibi “çıta” eylemsel olarak çok yukarıya konuldu ama sadece “eylemsel” olarak. Bu eylem sihirli bir değnek değildi. Yürüyüş öncesi çelişkiler, sorunlar ve sorun dinamikleri olduğu gibi duruyor. Hatta TBMM içtüzüğü değişikliği gibi adımlarla daha da derinleşti. Eğer adalet yürüyüşünde ortaya çıkan potansiyel, bütünlüklü ve tutarlı politik bir tutumun/programın parçası haline getirilemez ise pozitif yönleri de süratle sıfırlanıp tersine bir dinamiğe dönüşür.

Örneğin Fetullahçı yapılanmanın iktidarla el ele bu ülkeye yaşattığı cehennemi yalnızca darbe soruları ve mağduriyet söylemine indirgeyemeyiz. Bu soruna dair alternatif bir bakış ve çözüm setine ihtiyaç var.

Yürüyüş ikliminin barındırdığı bir diğer risk mücadeleyi -dünyadaki ve ülkemizdeki tablo tersini işaret ettiği halde- içeriksiz hatta siyasetsiz bir performansa dönüştüren, kişilere dayalı ittifak/karşıtlık ve halkla ilişkilere indirgeyen yaklaşımın bir parçası haline getirmiş olması.

Önemli risklerden birisi de soldaki eleştirel bakışı önemli ölçüde geriletti. Bu hipnoz halinden çıkmak gerek. Ancak en büyük risk, -yanlış bir okuma ile- yürüyüşün; referandumla birlikte ortaya çıkan; yalnızca hayır verenleri bir “blok” olarak kabul edip bunun sonucu olarak iktidar yolunun “siyasal islamla/siyasal islamcı eskisi figürlerle soslanmış bir merkez sağdan geçtiğine dair kabulü güçlendirmiş olması. Onun yansıması olsa gerek parti bayrağı olmayan, partiler üstü etkinlikler düzenleniyor hala. Belki Adalet Yürüyüşü’nün CHP üzerine etkilerini başlı başına bir tartışma konusu yapmak gerek.

Genel olarak sağ siyaset özel olarak da AKP “sokak mücadelesini” öteden beri şiddet hareketleri, yağma, yakma, yıkma ve vandalizmle bir tutma çabası içerisinde olagelmiştir. Hele bir de formel iktidar ellerinde ise bu doğrudan doğruya sokağın yasaklanması ve suç olarak ilan edilmesine kadar varmaktadır. İktidar alabildiğine daralttığı parlamento dışında her alanı yasaklamak istiyor. Parlamentoya sıkıştırılmış bir siyaset alanı toplumun felaketi oluyor. Tam burada, parlamento gündemini katılımın serbest olduğu, süre sınırının olmadığı forumlarda tartışmak, alternatif eğitim müfredatları hazırlayıp bunları gerçekleştirmek, Russell mahkemeleri benzeri herkese açık alternatif yargılamalarla gerçeği aramak, sivil itaatsizlikler örgütlemek, başta Parlamento olmak üzere aktif boykotlar yapmak gibi alternatifler tartışılabilir.

***

EMEP Genel Başkanı Selma Gürkan: Adalet, demokrasi ve barış için birlikte yürüme zamanı

yazi-dizisi-1-adalet-talebi-yukselirken-muhalafet-ne-yapacak-335685-1.

Son haftalarda hükümetten peş peşe gelen açıklamalar, gündeme getirilen düzenlemeler AKP iktidarının yeniden örgütlediği siyasal sisteminin özelliklerinin ne olacağını çok açık gösteriyor. Yeniden oluşturulan kabine başkanlık sisteminin fiili hükümeti durumundadır. Tek adam yönetimi kurumlaşırken siyasi iktidar daha fazla baskı ve zora başvuruyor. Bu iktidarın devamını güvence altına alacak biçimde toplum giderek daha çok dinci- milliyetçi muhafazakâr kuşatma altında. Bu durum en çok kadınları ve çocukları istismara açık hale getiriyor. Öte yandan iş güvencesi ortadan kaldırılarak, partizanlığa dayanan kamu idari yönetimi ile iktidar partisinin kulluğuna dönüşmüş bir hükümet memurluğu getirilmek isteniyor. Çalışma hayatı emekçilerin hak ve imkânlarının daraldığı, çıkarılan yasalarla sömürünün artırıldığı, işçilerin toplusözleşme aracılığıyla yaptığı pazarlık zeminlerinin işlevsizleştirildiği bir noktaya itildi.

Bu politikalar sayesinde aynı zamanda örgütlenmelerin önüne engeller çıkarıldığı, itiraz seslerinin kısılması için her türlü tehdidin ve yaptırımın uygulandığı, iktidarın yalanlarının halk tarafından görülmemesi için basın özgürlüğünün ortadan kaldırıldığı bir siyasi iklim de yaratıldı.
yazi-dizisi-1-adalet-talebi-yukselirken-muhalafet-ne-yapacak-335684-1.
Bu siyasal rejim tek başına Erdoğan’ın kişisel hırs ve hayallerinin ürünü olarak görülemez. Çünkü öyle görünüyor ki kimilerinin cılız itirazları işitilse de sermaye kliklerinin büyük çoğunluğu AKP iktidarından rahatsız değildir ve onunla yürümekten bir beis duymamaktadır. Ancak bu rejim o kadar da kolay ayakta kalamayacaktır. Çünkü Saray ve AKP iktidarına yönelik ciddi bir tepki birikmiştir ve bu her fırsatta kendini açığa vurmaktadır. Referandum hileli sonuçlara rağmen Erdoğan’ın hala önemli bir halk desteğine sahip olmasının yanısıra tek adam yönetimine karşı yaygın bir itirazın da olduğunu gösterdi.

Bunu biz nasıl görüyorsak siyasi iktidar da gayet açık görüyor. Bunun AKP içindeki yansıması metal yorgunluğu. Bu nedenle Erdoğan partisindeki metal yorgunluğuna çok sık vurgu yapıyor, bununla baş etmeye çalışıyor. Asıl sorun metal yorgunluğu değil, hükümet etme biçim ve yöntemlerine karşı ortaya çıkan tepkilerin emekçilerin, halkın toplu itirazına dönüşme potansiyeli taşıması ve bunun AKP’ye bile yer yer sirayet etmesinden duyulan korkudur.

Böyle kritik bir süreçte bizler, siyasi partiler dönemin getirdiği mücadele sorumluluğu ve görevlerinden kaçamayız, buna gerekçeler bulamayız. “Adalet Yürüyüşü” yalnız yürünmemeliydi ve yürünmedi. “Adalet ve Vicdan Nöbeti” de yalnız tutulmamalıdır.

Gezi’den bugüne birlikte yürüme olanakları konusunda hayli deneyim biriktirdik. Şimdi ihtiyaç tespit etme değil, biriktirdiğimiz mücadele deneyimleri rehberliğinde; adalet, barış, demokrasi gibi herkesi kapsayan talepler etrafında birlikte yürüme zamanıdır. OHAL’in kaldırılması, KHK’lerin bütün sonuçlarıyla iptal edilmesi günümüzün en acil talepleri durumunda. Adalet ve demokrasi için birlikte yapılabilecekleri yaparak hızla mesafe katetmeliyiz. AKP’nin 7 Haziran’da pratik olarak gösterdiği gibi seçimle gitmeye niyetinin olmadığını bilerek, ortaklıkları artırmak için olanak olarak değerlendirilebilir.
Artık mücadeleyi büyütmek, ortaklıkları çoğaltmak zorundayız. İktidar, önündeki ajandasından hiçbir zaman kendiliğinden vazgeçmeyecek ve bunun uğruna da toplumsal kesimler üzerinde uyguladığı basıncı artıracak. Dolayısıyla acil demokratik talepler için her türlü meşru mücadele biçimleri hayata geçirilmeli; demokrasiyi kazanmak ve baskı rejimine dur diyebilmek için en geniş birlikleri sağlamanın imkânları oluşturulmalıdır.

***

Adalet, barış ve laiklik talepleri birleştirir

yazi-dizisi-1-adalet-talebi-yukselirken-muhalafet-ne-yapacak-335689-1.

Toplum en çok hangi konuda sıkıntı yaşıyorsa, toplumsal muhalefet de doğal olarak o konu etrafında şekilleniyor. AKP hükümetinin iktidar çoğunluğunu yakalayamadığı 7 Haziran seçimlerinden sonra kendi iktidarını koruyabilmek için her türden hukuk kuralını ayakları altına alması “adalet” talebinin bu denli büyümesine neden oldu.

Kürt Sorunu’nun barışçıl bir zeminde çözümünün kendi çıkarına olmadığını gördüğü için HDP Eş Başkanlarını ve milletvekillerini hapsetti. Suriye’de savaşan taraflarla ilişkisini açıklayamadığı için Cumhuriyet gazetesi çalışanlarını cezaevine gönderdi. Demokratikleşme ve insan hakları konusunda Avrupa Parlamentosu ile sorun yaşadığı için İnsan hakları örgütlerinin başkanlarını tutukladı. Kendileri gibi düşünmüyor diye KHK’ler ile kamuda çalışan binlerce kişiyi ihraç etti, dernekleri kapattı, gazeteleri susturdu. AKP’nin 15 yıllık iktidar dönemi -Ergenekon, Balyoz vb- Türkiye tarihinin en tartışmalı davalarının görüldüğü dönem oldu. Bugün yürütülen yargılama süreçlerine bakıldığında AKP’nin Gülen Cemaati’yle işbirliği döneminde kazandığı “siyasal meseleleri hukuki-polisiye yöntemlerle çözme” alışkanlığını devam ettirdiğini görüyoruz.

Geniş kesimlerin “adalet talebi” ekseninde yürüttüğü bu seferberliği, AKP hükümetinden bir adalet beklentisi olarak değil, AKP’nin hukuk dışı yönetimine karşı, laik, demokratik bir hukuk devletinin inşasına yönelik siyasal bir iddia olarak değerlendirmek gerekir. Toplumsal adalet, barış, laiklik ve kamusal bir bakış etrafından şekillenecek güçlü bir toplumsal muhalefet hareketi, bu ülkenin yegâne umududur.

yazi-dizisi-1-adalet-talebi-yukselirken-muhalafet-ne-yapacak-335690-1.

Muhalefet toplumun taleplerini görmeli
OHAL rejiminin derhal kaldırılması, KHK’ler ile hukuksuz biçimde ihraç edilen arkadaşlarımızın işlerine dönmesi öncelikli talebimizdir. Son 1 yıldır fiilen uygulanan tek adam rejimi altında alınan kararlar meşru değildir. Başta şaibeli Anayasa Değişikliği Referandumu olmak üzere, OHAL dönemi boyunca yapılan her türden hukuki düzenleme iptal edilmelidir.
Toplumsal muhalefetin gündemi ve önceliği, OHAL uygulamalarıyla sınırlı kalmamalıdır. AKP’nin 15 yıllık iktidar dönemi, ekonomik alanda kamusal mal ve hizmetlerin yandaş sermaye kesimlerine peşkeş çekildiği neoliberalizmin, sosyal alanda ise özgürlük ve laiklik karşıtı dinci-gericiliğin egemen olduğu bir süreç olarak yaşanmıştır. 15 yılık bu sürecin bu ülkeye maliyeti ekonomik yoksullaşma ve toplumsal yozlaşma olmuştur.

Cumhuriyet döneminin en büyük özelleştirmeleri, en büyük yağması geçtiğimiz 15 yıl içerisinde gerçekleştirildi. AKP’nin yarattığı bu rantiye ve yağma düzenine karşı yeni bir kamusallık anlayışıyla mücadele etmemiz gerekiyor. Emekten ve halktan yana, eşitlikçi-özgürlükçü değerler etrafından şekillenecek, üretime ve sanayileşmeye dayalı bu kamucu bakış açısı, ülke ekonomisinin yeniden inşası için en önemli önceliklerden birisidir.

AKP, ekonomik yapıyı olduğu gibi toplumsal dokuyu da yozlaştırmıştır. Sosyal devlet anlayışının geri çekildiği her alan, cemaat ve tarikat ilişkileriyle ikame edilmiştir. 15 Temmuz darbe girişimi, bu kesimlerin güçlenmesinin ne gibi sonuçlara yol açabileceğinin de göstergesi olmuştur. Yaşadıklarımızdan ders almayan AKP, Gülen Cemaatinden boşalan pozisyonları diğer cemaatlerle doldurmaktadır. Devletin her kademesi gerici kadrolarla doldurulurken, devlet hizmetlerinin tamamı da bu gerici anlayışla yeniden şekillendirilmektedir. Bütün bu saldırılara karşı mücadele edebilmek için, laiklik talebini toplumsal muhalefetin ana gündemlerinden birisi haline getirmek zorundayız.

Tmmob karanlığa teslim olmaz
15 yıllık iktidar dönemi boyunca AKP’nin en önemli önceliklerinden birisi, örgütlü toplum kesimlerini dağıtmak, onları güçsüz kılmak olmuştur. Türkiye’deki 500 bini aşkın mühendis, mimar ve şehir plancısının örgütü olan TMMOB de bu 15 yıl boyunca, AKP’nin saldırılarının hedefinde olmuştur. Kimi zaman yasal düzenlemeler, kimi zaman da ekonomik ve idari baskılarla TMMOB susturulmak, etkisizleştirilmek istenmiştir.

Şurası gerçek ki, AKP’nin topluma egemen kılmak isteği değerler ile TMMOB’nin 70’li yıllardan bu yana savunduğu değerler birbirinin taban tabana zıttır. Bizler bugüne kadar yaşadığımız tüm baskılara rağmen ilerici, yurtsever, toplumcu çizgimizden bir adım bile sapmadık ve bundan sonra da bu anlayışla mücadele etmeye devam edeceğiz.

Bu dönemde bir yandan TMMOB örgütlülüğünü koruyup geliştirirken, diğer yandan da AKP’nin artık had safhaya ulaşan neoliberal ve gerici saldırılarına karşısında etkin bir emek-demokrasi mücadelesi örmekle yükümlüyüz. Artık kelimenin gerçek anlamıyla uçurumunda kenarına kadar gelmiş durumdayız. Bu durumdan ya hep beraber kurtulacağız ya da AKP’nin karanlığı tüm toplumu teslim alacak. Buna asla izin vermeyeceğiz!