Yazılama gecesinin sabahında

Anıl Mert Özsoy - Yazar*

Necmi, başını kaldırıp güneşe baktığında gün yeni aydınlanıyordu. Karakolun önündeki çiçekler susuzluktan kurumuş, etrafı çeviren koyu lacivert korkulukların boyaları kabarmış, sokak köpekleri iplik gibi hizalaya dizilmiş ulu orta havlıyordu.

Kaburgasındaki ağrı, keskin bir bıçak ucu olmuş, ciğerlerine batıyordu. Sokak, güne uyanırken yangın yerine dönmüştü eti. İlk değildi, izin üzerine iz geldi diye avuttu kendini. Ağzında susuzluğun, tuzu andıran tadıyla sokağa salınıvermiş ama yumruğunu yere indirmemişti. Pantolonunu düzeltti ilkin, kareli gömleğini içine yerleştirdi. Kemerini sıkmaya niyetlendi. “Puşt herifler” dedi, “Kemer gibi sıkacağım ümüğünüzü…” Kendi kemeriyle bir güzel ezmişlerdi nezarette, zoruna gitmişti. Boşa düşen elini dolduracak bir şey aradı, sigara.

Gece, Kurtuluş Caddesi’nde sıkıştırıldıklarında, pantolon cebinde yarısı içilmiş sigara paketi ve birkaç kutu sprey boya vardı. Bugünün kefareti de bir yarım paket sigaraymış, diye geçirdi içinden. Tüttürse şuracıkta bütün köpekler havlamayı keser, soluksuz hizaya dizilirdi önünde… Ya da Necmi’ye öyle geldi. Kaburgasındaki ağrı, midesinde ufacık olmuş, düğüm kesilmişti. Konuşmamaya yeminliydi, içtiği büyük andı tutmuştu. Kramp giren midesini dindirmek için derin derin nefeslendi. Ağzını ıslatmaya, diliyle yüklendiği tükürüğü boğazına boca etmeye çalıştı, nafile. Kuruyan dudaklarını dişiyle kemirdi. Sol göz kapağı düşmüş, adam akıllı göremez olmuştu. Bileklerini kontrol etti. Uyuşan parmaklarını kıtlattı. Açılırım, diye düşündü, faydasız. Bileklerindeki izlere kitlendi. Kan çökmüş, karartmıştı. Kıçını yokladı eliyle, ıslaktı. Dönüp bakmaya utandı. Hayal meyal canlandı görüntüler gözünün önünde, zihnini dağıttı. Ama seslere yakalanmıştı. Kulağını hırpalayan bir hırıltı. Göğsünü yokladı, el pençe durmuştu ciğerlerindeki ağrı, bu başka bir şeydi. Su. Hortum. Kıvrıldığı yer. Yakalandığı sesle göz göze geldi. Komiser. Kıvrıldığı yer. Hortum. Su. Dişlerinin titreyişini dizginledi. Kaskatı kesilmiş çenesine karşı hükmü kalmamıştı, dertlenmedi.
Sırtını duvara, yüzünü sokağa, gözlerini sağa sola devirdi. Dışına bastığı ayaklarının üzerinde zıpladı. Elini pantolonunun kıç cebinden çıkardı. Kulaklarında sokağın uğultusu, köpeklerin havlamalarıyla birlikte yola koyuldu.

Aklına Leyla düştüğünde, evin köşesine gelmişti. Verdiği sözler, uğruna revan olduğu davalar, alttan aldığı dersler ve fakültenin girişinde ezdiği sigara izmaritleri adım oldu, Necmi’yle birlikte devrildi yola. Sabah güneşi sırtına vurdukça, ha gayret, dedi. Paçavra olmuş ayakkabısından sızan kanı pantolonuna sürttüğünde evin perdeleri açıldı. Pencerenin pervazına konmuş kuşlar, dünden kalan ekmekleri tırtıklıyordu. Leyla, kuşları ürkütmemek için, sokağı camın ardından dikizliyordu. Necmi’nin kapının önündeki yarım halini görüp, bir hışım, pencereyi açtığında havalanan kuşlar gibi kanatlandı göğsü, kederli.

Apartman merdivenlerinden ikişer ikişer indi. Necmi’nin yağlı saçları, kapanmış göz kapağı, kirli elleri ve hortumun morartttığı bedeni kendini Leyla’ya bıraktı. Sürünerek, ama eğilmeden merdivenleri gerisin geriye çıktıklarında, ıslanmış gömleğinin altındaki morartılar kendini daha da belli eder oldu. Güç bela eve girdiler. Karanlık koridoru geçip, salondaki çekyatın üstüne attı kendini Necmi.

“Geç kaldım” dedi.

Leyla’nın gözü saate takıldı. Necmi’nin sağını solunu kontrol etti. Önü kusmuk olmuş gömleğini sıyırdı. Kirli çoraplarını çıkardı.
“Çok beklettim mi?” dedi Necmi, “Köşeyi dönmeye fırsat bulamadan kıstırdılar.”

Leyla, ses etmedi. Gözleri kanlandı. Ağlamamak için. Isırdı. Yanağının içini. Kanattı ama yutmadı. Demir tadını hissetti. Pantolonunu sıyırdı Necmi’nin. Ilık suyun altına soktu. Sabunu, tüm vücudunda gezdirdi. Sırtını çevirdi. Sabunu bastırırken, ağzındaki kanı tükürdü. Suya karıştı. Kızıla döndü dünya.

“Zamanı durdurmuş gibiydiler” dedi Necmi, “Sabah bir türlü olmadı.”
Su, usul usul üzerinden aktı.

• • •
Doktorlar odaya girdiklerinde, akşamın soğuğu evin içinde dönüp duruyordu. Necmi’nin nefesi duyulmuyor, kanı akmıyordu. Kaskatı kesilmiş eti bir anda karardı. Kurumuş dudakları şişti, yüzü pörsüdü. Doktor, ağzına, gözlerine, sırtındaki morluklara baktı.

“Ölüm sebebini kestirmek için henüz erken” dedi hemşire, “Dün geceyi karakolda geçirmiş, adli vaka olabilir.”

Doktor, gözlerini evin salonundaki duvar saatine devirdi.

“Kaç saattir burada yatıyormuş?”

Hemşire, Necmi’nin çenesini bağlarken “Bilinmiyor, duvar saati durmuş” dedi.
Necmi’nin soğumuş vücudunu kara bir poşetin içine yerleştirmeden önce yumruk yaptığı sol avucunu çözdü. İki küçük pil yere düştü.

* Korku Yokuş Aşağıydı kitabının yazarı