Yazınımızı zenginleştirenlerle söyleşiler

HASAN AKARSU

Fotoğraf sanatçısı, yazar Kadir İncesu 1969 İstanbul doğumlu olup söyleşileri, yazıları birçok dergi ve gazetede yayımlanır. İlk kitabı “Dile Gelen Kalem” ile okurlara ulaşır. Bu yapıtında on iki yazar, ozanla yaptığı söyleşilerle ilgi çeker. Osman Bozkurt, kitaba yazdığı sunu yazısında, Dile Gelen Kalem’deki söyleşileri, Kadir İncesu’nun “yıllarca biriktirdiği emeğinin hatırı sayılır bir meyvesi” olarak nitelendirir. İncesu’nun söyleşi yaptığı sanatçılar yazınımızı zenginleştiren kimlikleriyle tanınır: Pakize Türkoğlu, Güngör Gençay, Nihat Ziyalan, Ülkü Tamer, Metin Demirtaş, Ayla Kutlu, Afşar Timuçin, Refik Durbaş, Necati Tosuner, Feyza Hepçilingirler, Öner Yağcı, Osman Bozkurt. Şimdi aramızda olmayan Güngör Gençay, Ülkü Tamer, Metin Demirtaş, Refik Durbaş, kuşkusuz yazınımıza kazandırdıkları yapıtlarıyla ve bu söyleşilerdeki görüşleriyle yaşıyorlar.

Kadir İncesu, söyleşi yaptığı sanatçıların önemli sözlerini yazının başına alarak, sanatçının önemli iletisini verir. Köy Enstitülü yazar Pakize Türkoğlu, bu söyleşide Köy Enstitülerinin değerini anımsatarak “Yeni kuşakların günün birinde Köy Enstitüleri olayını iyice anlayacaklarını umuyorum” der. “Üretim içinde eğitim” yönteminin yurdumuz için ne denli önemli olduğu bugün yaşadıklarımızdan belli değil mi?

Güngör Gençay, “Emeğin ve emekçinin yanında yer alıyorum” diyerek sanatının ve yaşamının anlamını vurgular. Söyleşi boyunca onun yaşamıyla sanatının nasıl iç içe geçtiğini gözleriz. Yaşadığı gibi yazan, yazıp söylediği gibi yaşayan sanatçımızın duygu ve düşünceleri bugün de değerini koruyor. Nihat Ziyalan, “Hayata dokunan şiirler yazma çabası içindeyim” derken Adana’da geçen çocukluğunu, Yılmaz Güney’le olan arkadaşlığını, sinemayla uğraşını ve şiirdeki gelişim çizgisini etkili bir dille yansıtır. Ülkü Tamer, “Pullar Savaşı” kitabının çocuklar için yazdığı ilk kitap olduğunu (1975), 34 yıl sonra yeni baskısı yapıldığındaki sevincini dile getirirken, günümüzde “çocuk kitapları enflasyonu yaşandığını” söyler. “Hayatı ve şiiri seviyorum” diyen Metin Demirtaş, önceleri Cahit Külebi, Cahit Sıtkı Tarancı, Orhan Veli, Dıranas, Ziya Osman Saba, Nazım Hikmet’ten etkilendiğini, Enver Gökçe’yi yakından tanıdığını söyledikten sonra şiirde kendi sesini nasıl bulduğunu anlatır. Ayla Kutlu’nun ödüller konusundaki görüşleri anlamlı değil mi? “… Elli yaşımda ödüllere katılmayı bıraktım. Öncesindeki on yıllık sürede her tok gözlü yazara yetecek kadar ödüle kavuşmuştum… Çok ödül alan kişinin seçici kurullar üstünde baskı hissettirme olasılığı var. Bu durum haksızlığa bile yol açabilir. Tavrımın doğru olduğu kanısındayım…” (s.78). “Şiir karasevdadır, tutkudur” diyen Refik Durbaş da ödüller konusunda aynı görüşleri paylaşır ve haksızlıkları yansıtır: “… Evet, seçici kurul üyeleri de dahil. 70-80 kitap geliyor. Adam, 70 yaşına gelmiş 20 ödül almış. Bir daha katılıyor yarışmaya. Kendisi yayınevi sahibi…” (s.106). Durbaş’ın söyleşisinde, Cumhuriyet dönemi şiirimizin, dergiciliğimizin kısa tarihi var diyebiliriz. Afşar Timuçin, “Doğru felsefe insana güçlü bir bakış kazandırır… Sanat ve düşünce dünyasında felsefesiz bir şey yapılabileceğine inanmıyorum” (s.84) der, öğrenmenin yolunun da felsefeden geçtiğini vurgular. Necati Tosuner, “Yazmak karşılıksız bir sevdaya benzer” der ve yaşamöyküsüne yer verirken yaşam ile sanat arasındaki ilişkiyi anımsatır. Feyza Hepçilingirler, Türkçeyi ne zaman ve niçin “dert edinmeye başladığını” uzun uzun anlatır söyleşisinde. O da ödüller konusunda: “… Artık yarışmalara katılmıyorum, gençler katılsın diye… Kenara çekilmeyi de bildim” (s.130) diyerek nesnel bir yaklaşımda bulunur. Öner Yağcı, “Sistem yalnızca parası olanın yazar olabilmesi için uğraşıyor” derken, yazın dünyasında tutunmanın zorluğunu anımsatır. Osman Bozkurt, şiir ve öykü üzerine görüşlerini yansıtırken, şiirin özgürlük duygusu verdiğini vurgular. Romanya ozanlarıyla olan ilişkilerinden söz eder, Rumen şiirini ve Şiir Evreni/ Yaşayan Romanyalı Şairler Seçkisini değerlendirir. Kadir İncesu, değerli ozan ve yazarlarla yaptığı söyleşileri “Dile Gelen Kalem” adıyla kitaplaştırarak onların görüşlerinin yazınımıza kazandırılmasını sağlar. Söyleşilerin yapıldığı tarihleriyle birlikte, yayımlandığı dergi ve gazetelerin de belirtilmesi iyi olurdu diye düşündüğümü belirtmek isterim.