1990’da ve 1992’de filmleri çekilmeden önce, 1969’da 9 hikâyeden oluşan Kerim Korcan imzalı Tatar Ramazan adlı bir kitap yayınlanır. Yazar, direnmek, hayatında önemli bir yer teşkil eden okurlar için öncelikli yazarlardandır

Yedi vilayet ve yetmiş karyede

KERİM AKBAŞ

“Ramazan ismi bir eyyam dudaklardan düşmedi. Yedi vilayet ve yetmiş karyede namı söylendi.”

Sıvaları yer yer dökülmüş eski kocaman bir yapı. Karanlık pencereleri demirli. Yüksek duvarlar. Jandarma kulübesi. Abdurrahman Çavuş, o kocaman yapının ağası, fakire kök söktürür. Üç mahpus değiştiren Tatar Ramazan, o kocaman yapıya sürgün gelir. 1990’da Tatar Ramazan ve 1992’de Tatar Ramazan Sürgünde filmleri çekilmeden önce, 1969’da 9 hikâyeden oluşan bir kitap yayımlanır. İsmi Tatar Ramazan, yazarı Kerim Korcan’dır.

Hapishane hayatını gerçekçi anlatabilmek için oradaki zamanın değerini, anlatılanın önemini, umudun umutsuzlukla kesişimini, dört duvarı kısaca deneyimlemiş olmak gerekir. Korcan’ın siyasal nedenlerle yattığı cezaevlerindeki deneyimlerini eserlerinde ustaca kullanması bundandır: Eserlerinin hemen hepsinde bir sistem eleştirisi vardır. Bir ağanın diğer mahkûmlara tavrı, mahkûmlar arasındaki iktidar savaşları, gardiyan veya müdürlerin görmezden geldikleri: Üst yapıyı yani egemen olanı yıkar eserlerinde Kerim Korcan, onun için sosyalizm geçerlidir ve mümkün olan tek yol eşitliktir. Özellikle Tatar Ramazan’da dibe batmış cezaevi yaşantısı içerisindeki sisteme tek başına kafa tutan bir mahkûmu irdelemesi buradan gelir. Bir parantez açalım: Marx’a göre uzlaşmak ihtimali mümkün değildir, çünkü kapitalist sistemde bu uzlaşmanın sınıf farklılığını ortadan kaldırma şansı yoktur. Aksine kapitalistler önceki avantajlı durumunu devam ettirmek için şiddete başvuracaktır. Kerim Korcan’ın eserlerinde sıklıkla mahkûmluk üzerinden kurduğu sistem eleştirisi, hapishane imajını topyekûn eleştirisi bundandır.
Haksızlıklara isyanları yüzünden üç mahpushane değiştiren kunduracı Tatar Ramazan, sürgün gittiği yeni cezaevinde aklına estiği gibi hüküm süren mahkûm Abdurrahman Çavuş’a haddini bildirir, ezilen diğer mahkûmları bu düzenden kurtarır. Bu oyunu bozar. Artık mahpushanede Ramazan vardır; mahkûmları haraca bağlayan ağalara, idarenin görmezden geldiği hadiselere göz yummayan Ramazan.

“Ramazan adım adım, büyüyen gözlere basa basa yürüdü. İşte meydana getirmişti gizliden gizliye biriken meseleleri ve belki de kanlı bir çözüme bağlayacaktı. Hava, tosa hazırlanan koçlar gibi, çekilmiş yay gibi gerilmişti. Dalaşa girecek azgın hayvanlar gibi soluyordu bir taraftan da. Bela, kanlı bir kartal gibi avının üstüne inmeye hazırdı. Bıçaklar bilenmişti yürekler doğramaya. Soluklar tek tek, soluklar kesik kesik, soluklar ateş gibi alınıp verilmede. Yüreği kuş gibi titreten diş gıcırtısı. Bir bardak dopdolu zehirden bir bardak, bir damla ister. Bir bardak taşıverecek birden, Ramazan geliyordu.”

Korcan’ın dili oldukça sadedir; sıkmaz, akar. Karakterlerin kurduğu diyaloglar genelde şiveli aktarılır. Betimlemeler derindir, bazen iç burkana kadar sürer. Bu da bahsini ettiğim mahpusluk dönemindeki deneyimlerinden gelir. Söz gelimi bir mahpushane gecesini şöyle aktarır: ‘’Ne bir yaprak uçar gider tatlı bir rüzgârda. Ne de bir su akar toprakta şırıl şırıl. Aysız, yıldızsız, namussuz bir mahpushane gecesi. İnsanlar uzanmış zaman salhanesinde… Sürüyüp geçer zincirini tembel zaman.” Mekân betimlemeleri, ruhsal tahliller, diyaloglar; Korcan’ın bir yaşanmışlıktan yararlandığı, bahsi geçen yöntemleri kullanışı ve bu denli güçlü bir dille aktarması o ortamı çok sağlıklı tahlil edişindendir.

Gardiyanlarla ağalar arasındaki yakınlık, ağalar ve diğer mahkûm kesim arasındaki adaletsizlik, güçlü güçsüz imgeleminin yıkılışı, mahkûmlar arası ilişkiler: Bu gözlem yeteneği, zaten var olan edebiyat yeteneğine eklendiği zaman bu coğrafyada yazılmış adaletsizliğe karşı en nitelikli eserlerden biriyle karşı karşıya olduğumuz kuşkusuz.

Kirmastılı idare ya da ağalar gibi değil. Mahkûmdan yana, fukaraya destek. Abdurrahman Çavuş bu yüzden çekinir Kirmastılı’dan. Abdurrahman, voltada şimşek gibi parlayan Tatar Ramazan’a zaten o gelmeden kin gütmeye başlamıştır. Tatlı dili ve halden anlar tavırlarıyla bütün gözleri kendine çekmesi Abdurrahman’ı şaşırtmaz, bu önceden düşünülmüştür onun için. Ramazan’ın Kirmastılı ile tanışması, artık o kocaman yapıda sınırları belirler. “Ben buranın henüz yabancısı sayılırım. Sağa sola pek açılmak istemem. Şöyle kötü bir bıçağım var ama o canımı korumak içindir. Şimdi senden esaslı bir bıçak isterim. Şöyle hasmıma uzatınca dönmeyen cinsten olsun. Ben adama iki bıçak sallamam.” Hikâyenin sonlarında Ramazan Abdurrahman Çavuş’u vurana kadar Çavuş’un mahkûmlara ettikleri, Razaman’ın Kirmastılı ile muhabbetleri, Ramazan’ın defalarca uyarmasına rağmen idarenin olanlara göz yumması…

“Demek ki davar kıra çıkacak. Ne yapacak kırda? Yayılacak. Kurt kapmaz mı davarı? Kapar, daim kapar. Öyleyse davarın başına bir köpek gerek. Köpeğin başına çoban. Çobanın başına da ağa. Peki, çobanın başına ağayı dik. Ağanın başını kim bağlayacak? Cevabı geçmişte arayalım. Ne demiş dedelerimiz? Baş başa bağlı, baş da padişaha bağlı! Ne öğreniyoruz bu kocaman laflardan? Çok şey. Sürü, köpek, çoban, ağa ve cümlesinin başında hükümet. Bunların hepsi nereden geçinecek peki? Sürüden.”

Tatar Ramazan isyanıyla işte bu oyunu bozmuştur. Kerim Korcan; direnmek, hayatında önemli bir yer teşkil eden okurlar için öncelikli yazarlardandır.