Yeni rejim inşa sürecinde artık son döneme girildi.

Merkezin iktidarın tek kişinin varlığında cisimleştiği, vekil iradesinin bile olumsuzlandığı Türk Tipi Başkanlık Sistemi kampanyası başlatıldı.

Geçen hafta ‘Anayasa Platformu’nun’ düzenlediği toplantıda Cumhurbaşkanı, Yeni anayasa ve Başkanlık sisteminin nasıl olması ve ne gibi ‘zihinsel inkılaplar’ gerektirdiğini açıkladı.

Bir yıldır bekleme odasında tutulan parlamenter sistemin de ayrıca miadını doldurduğunu öğrenmiş olduk.

Anladığımız; doğrudan milletle liderin birebir özdeştiği ve liderin söylem ve kararlarında sorgulanmaz biçimde millet iradesinin tecelli edeceği dolayısıyla kuvvetler ayrılığını değil aksine ‘kuvvetler uyumu üzerinden’ yükselecek Yeni Türkiye idi.

Ve 7 Haziran sonrası devlet ile PKK arasında tırmanan savaş, toplumu IŞİD bombalı saldırı ve katliamlarla ‘aşırı travmatizasyon’ takvimi, 1 Kasım seçimleriyle birlikte daha da ivmelenip, aylardır sokağa çıkma yasaklarıyla ‘ölçüsüz şiddet laboratuvarına’ çevrilmiş Güneydoğu yıkım görüntüleri eşliğinde tarihi eşikten geçilecekti.

Zaten sokakları toplumsal muhalefete yasaklanmış, Meclis içine sıkıştırılmış, muhalefet partileri etkisizleşmiş ülkede yine Meclis’te kurulan göstermelik Anayasa Uzlaşma Komisyonu birkaç hafta içinde lağvedilecekti.

Çünkü yerleşiklik kazanmış ‘fiili yönetim’, bölünemez ve sınırlanamaz, milletle yekvücut ‘tek kişilik iktidarın’ mutlaklığını sorgulayanları talimatnamelerle ‘hain, terörist, iç düşman’ kategorisinde sindirme ‘olağan’ pratiği açıkça Yeni Rejimin takır takır işlediği totaliter zamanlarını gösteriyordu.

Ve Yeni Rejimin kurucu yasasını yapmak üzere Güneydoğu’daki çatışma alanlarından devşirilmiş milli iradenin arkaik güdülerine seslenen ‘simge repertuvarı’ sayesinde büyüyen İslamcı-militer hezeyanla Başkanlık referandumuna daha hızlı koşuyorduk.

Tabii ki Yeni Türkiye kadrajına, kucağında üç aylık kurşunlanmış torununu beyaz bayrakla götüren dedenin keskin nişancı hedef olması veya cesedi bir hafta sokakta kurda kuşa yem olmasın diye evlat gözüyle 150 metre öteden bir hafta gözlenen analar girmiyordu.

Ama eğer oralardan ‘yerli’ Toledo ve TOKİ-land çıkartmak düşünülürse...

Son altı ayda gençlerin birbiri ardında kafalarının düştüğü, yalan tekrarlarla ‘gerçekleri karartılmış’ bu yerlerde zamana dilsiz şahit her bir taşı oynattığınızda

Türkiye’nin her bir yanından bir ana çığlığı patlardı.

Evlatlarını ‘kurgu bir siyasi sistem’ inşası dışında bir de sermayeye ‘ticari-turistik’ alan ve toplu konut projesine arazi tahsisi için ‘öldükleri’ gerçeği, zorunlu göçe mecbur bırakılan yüz binlerce Kürt vatandaşla kesişen mülksüzlüğün yollarında daha görünür olurdu.

Ayrıca bilmeliydik ki, sivillerin kadın, çocuk, yaşlı demeden yaşama, naaşına saygı ve huzurlu gömülme hakkı gibi bırakın vatandaşlığı, insan olmaya içkin haklarının yok sayıldığı ve Cizre’de bodrumda 13 gündür savaş hukukuna dahil ‘sağlık yardımı alma hakkı’ tanınmadığı için ölenler ‘bilgisi’ yerli, ithal adı Anayasa olsun yazılacak bütün metinleri bugünden geçersizleştirirdi.

Bu arada zamanla en hazin yüzleşme, 12 Eylül askeri darbesiyle start alan Türkiye’nin yoğun neo-liberalizasyon serüveninde geldiği ‘kapitalist devlet restorasyon’ aşamasında Ulusalcı, Cumhuriyet sevdalısı, ‘vatansever’ milliyetçi kesimlerin İslamcı rejimin bünyesine tam kadro katılımıyla gerçekleşiyordu.

Suudi ve Katar finansman ve mülkiyetli ‘birikimci model’, Müslüman Kardeşler doktrinini içselleştirmiş Milli Eğitim, kadına ve çocuğa tecavüzü, şiddeti olağanlaştıran maço dinci dalganın peşine takılmaktan hiç beis duymuyorlardı.

İşin tuhafı, Eski Rejimin anayasal kurumlarının ve hukuk ilkeleri başta tamamen tasfiye edildiğine onların kendilerini hevesle ikna etmiş olmasıydı.