Geçen hafta Freelonya’nın kurmaca başkanını konuştuk. Bu hafta gerçek tokat gibi yüzümüzde patladı: Amerika’nın yeni başkanı törenle görevi devraldı. Görevi devralmakta sorun yok, sonuçta 200 yıldır 45 başkan gelip görevi devralmış.

Trump’ın başkanlığı devraldığı törende ilahiler okundu, dualar edildi, incil üzerine yemin edildi, rahipler ve haham yeni başkanı kutsadı. Amerikalı Müslümanlar da iyice zenginleşip hükümet üzerinde etkili hale geldiğinde bu törenlerde bir imam da görebiliriz. Bu olasılık doğal olarak yeni başkanın çılgınlık düzeyine de bağlı.

Trump aday olduğunda ve hatta seçilmesi oldukça muhtemel olduğunda dahi alaycı yaklaşanlar oldu. Sonra televizyon şovculuğuna istinaden onun da Reagan gibi olacağını ileri sürenler oldu.

Hitler’in seçildiği zamanda onu hafife alanların, bürokrasinin gücünün devamlılığı sağlayacağını söyleyenlerin çok olduğunu biliyoruz. Maalesef ondan sonra neler olduğunu da biliyoruz.

Trump’ın ondan önceki liderlerin aynısı olacağını ya da onlara benzeyeceğini söylemek için erken. Ancak Trump’ın cuma günü yaptığı başkanlık devir teslim konuşması dikkat çekici ve belki bazıları için şaşırtıcı başlıklar ve vurgular taşıyordu.

Konuşmanın bazı bölümleri, seçim kampanyasında olduğu gibi popülist sağ mesajlar içeriyordu ama Cumhuriyetçilerin bildiği türden de tipik bir başkan konuşması değildi. Parça parça ele alsanız oldukça solcu vurgular da bulunabilir. Yönetici zümreye, başkentin halkı unuttuğuna dair söyledikleri Trump’ı değme solcu partiye en azından üye yapar.

Milliyetçi korumacı noktalar ise dünya genelinde kaygı verici vurgular. Trump’ın televizyon şovu modundan çıkıp iddia ettiği gibi eyleme geçeceği anı beklemek durumundayız. Ancak ilk sinyaller ABD’nin bir süreliğine milliyetçi bir yönde yol alacağını söyleyebiliriz.

Trump, Önce Amerika (America First) sloganıyla bu milliyetçi yönelişi bir kez daha öne çıkardı. Bunun ülkenin ekonomik olarak içine kapanması, yurtdışı yatırımları durduması vs anlamına geleceğini sanmıyorum. Trump ne derse desin ABD, dünya kapitalizminin en önemli ve merkezi ortağı bir ülke olarak kapılarını kapatma lüksüne sahip değil.

Dünya’daki en büyük transnasyonal şirketlerin bol miktarda ABD’li ortağı varken ve ABD dünyanın en çok dış borcu olan ülkesi iken ve bu borçların aslan payının Çin Halk Cumhuriyeti’ne olduğunu düşünürsek Trump’ın milliyetçi manevrasının iç politikaya yönelik televizyon (ve twitter) şovundan öteye geçmesi çok zor.

Ancak ne dereyi görmeden paçayı sıvamak doğru olur ne de buna mükerrer vaka muamelesi yapmak. Trump kendine özgü bir kampanya ile seçildi ve belirli bir konjonktürün içinde bunu başardı. Geçmiş deneyimine bakıldığında vaatleriyle muazzam tezatlar olduğu ortada. Yarın balkona çıkıp servetimi halka bağışlıyorum diyeceğini sanmıyorum. Ancak tehlike devir teslim konuşmasında da öncesinde de belliydi.

Beyaz Saray’ın websitesine bakıldığında işin korkulduğu kadar kötü olabileceği görülüyor. Trump’ın saraya adım atmasından sonra ilk sızan çevre politikasının yerini enerji politikasının alacağı bilgisi oldu. Çok fazla denetleme düzenleme varmış; enerji sektörü zarar görmüş.

Daha sonra Amerika’nın en önemli 6 meselesi listesi çıktı. Listede Trump’a oy vermiş yoksulları uzaktan ilgilendirecek tek madde 25 milyon iş yaratılacağı. Bu önümüzdeki on yılda yapılacak. İmkansız değil ama zor bir vaat.

Dünyanın geri kalanı için en önemli konu dış politika. Eğer Beyaz Saray websitesi gerçek ise ve Trump söylediklerini yaparsa, pek bir dış politika olmayacak. Sadece Amerikan ordusunun genişlemesini ve askeri operasyonları göreceğiz.

Trump’a göre Dünya ABD’ye ne kadar saygı gösterirse o kadar barış içinde olacağız. Bizim Avrupa Birliği’nden çıkışımız gibi Trump da NAFTA’dan, yani Kuzey Amerika Ortak Pazar’ından çıkmaktan bahsediyor.

Yine de Trump’ın dili bir diktatörün dilinden ‘henüz’ uzak. Dış politika olarak da bolca müzakereden bahsediyor. Milyarder bir işadamı olarak bu piyasa işlerinin ne kadar karmaşık ve içiçe geçmiş olduğunu biliyor olsa gerek.

İyi haftalar ve bol şanslar.