Bülent Forta, "Bu ülkede ya siyasal İslamcı rejimi yeneceğiz ve yeni bir cumhuriyete geçişin imkânları buradan doğacak ya da Cumhuriyet’in bütün kazanımlarını parça parça ortadan kaldıran yeni bir dönemle yüz yüze kalacağız" diyor.

Yeni bir cumhuriyet

Mehmet Emin KURNAZ

Bugün Cumhuriyet’in kuruluşunu 99’uncu yıldönümü. AKP iktidarı döneminde siyasal İslamcılar her gün birer birer Cumhuriyet’in bütün kazanımlarını yok etti.

Bülent Forta ile hem geçmişi hem bugünü hem de gelecekte sola düşen görevleri konuştuk.

Önümüzdeki sene Cumhuriyet’in 100’üncü yılını yaşayacağız. Bugün cumhuriyet ne anlama geliyor?

Cumhuriyet’in bu 100 yıllık aralığında gerçekleşenler, gerçekleşmeyenler çok tartışılan konuların başında geliyor. Aktüel olarak bugün Cumhuriyet ne anlama geliyor bu 100 yıllık pratik nereden okunmalı sorusu aynı zamanda bugünün aktüel politik görevleriyle de ilintili bir soru. Çok net söylenebilir ki Cumhuriyet bir ‘emekçi cumhuriyeti’ değildi ve öyle de kurulmadı. bir burjuva cumhuriyeti olarak kuruldu ve burjuvazinin toplumsal hayatı taşıdığı yere de farklı sınıf ve katmanlardan insanlar öncülük etti. Dolayısıyla, Cumhuriyet’in sınıfsal özünü atlayarak yapılacak her tahlil sonuçta dün de bugün de bizi yanılgıya sürükler.

Kuşkusuz Cumhuriyet’in bir ulus-devlet biçimi olduğu, Osmanlı döneminden başlayan bir Batılılaşma ve modernleşme sürecinin bir parçası olduğu tartışma götürmez. Ancak, sorun sadece bununla sınırlı değil. Örneğin, 1925, 1938, 27 Mayıs 1960 ardından 12 Mart, sonrasında 12 Eylül, onun ardından AKP iktidarı aslında bir biçimde rejimin dönüştüğü etaplar olarak yaşandı. Dolayısıyla 1923’ten günümüze dümdüz bir çizgi çekip “Kemalizm şu özelliklere sahipti, dolayısıyla bugün de toplumu bu özelliklerle idare ediyor” şeklinde bir ifade yanılsamadır. Kuşkusuz, günümüzü en çok etkileyen Cumhuriyet yorumu liberallerin yorumu ki buna Kürtler ve diğer ezilen kesimler de zaman zaman dahil oluyor. Bu yorum şöyle özetlenebilir: Cumhuriyet başlıca 3 temel akıma yasak koydu. Bunlardan bir tanesi İslamcılık, bir tanesi Kürtçülük, bir tanesi de komünizm diye ifade edilebilir. Bu üç yasak, Cumhuriyet’in diktatörlüğü altında birleşti ve Kemalist rejim sonuç olarak bu yasaklar üzerinden kendini inşa etti diye formüle ediyorlar. Bugün Kemalist rejim yıkılır ise bu ezilmiş ve Cumhuriyet tarafından dışlanan kesimlerin (Sovyetler Birliği’nin yıkılışı sonrası komünizm devre dışı kalmıştı) yani liberallerle Kürtlerin, Kürtlerle İslamcıların bir ittifakı bize yeni bir Cumhuriyet, yeni bir demokrasi getirir şeklinde bir Kemalizm yorumu var. Cumhuriyet’in dışladığı iddia edilen siyasal İslamcılık Türkiye’nin yönetiminde ve Cumhuriyet’in son 20 yılına damgasını vurmuş bir siyasal hareket olarak da ortada.

Bu hareketin esas olarak kavgasının ana ögelerinden biri de cumhuriyetin kazanımları diye ifade ettiğimiz kazanımları ilk elden ortadan kaldırmaya yönelik oldu. Bunlardan bir tanesi net şekilde söylenebilir ki laiklik ilkesinin cumhuriyette bugüne kadar uzanan, kökleşmiş, devletin kurumlarına yerleşmiş alanlardan sökülmesi olarak ifade edebiliriz. Kuşkusuz cumhuriyetin laiklik algısının eleştirilebilecek bir sürü noktası var. Bu süreç ‘Kemalizm olmasa burası özgürlükler ülkesine dönüşürdü’ şeklindeki teoriyi de pratikte yalanlayan bir rol oynadı.

Bunun ikinci ayağı, Kürt sorunu konusundaki yaklaşım. Şu konu en ufak bir tereddüt yok: Cumhuriyet’e başka bir tarihten bakanlar için Kürtlerin kendi istedikleri gibi yaşamaları, kendi kaderlerini tayin etmeleri, eşit yurttaşlık temelinde Cumhuriyet’in parçaları olmaları ve bunun barış içerisinde bir arada yaşama ilkesi üzerinden kurgulanması kuşkusuz Kemalizmin tek ulus diye ifade ettiğimiz fikriyle temelde çelişkiler taşıyor. Ancak, bu Kürt hareketinin veya Kürtlerin kendiliğinden, politik düşüncelerinden ve politik yönelimlerinden bağımsız olarak Türkiye’de bir demokrasi dağıtıcısı olmaları manasına gelmez. Tabii ki, demokratik bir güç olarak Cumhuriyet’in demokratikleştirilmesinde çok önemli bir rol söz konusu ama bunun hangi yöntemlerle ve hangi ideolojik çerçeve içerisinde yapılacağını ıskalamamak gerekiyor.

Benzer şekilde liberallerin Cumhuriyet eleştirileri var. Neoliberalizm döneminde çok net biçimde devletin ekonomiye müdahalesinin karşısında olmak, özelleştirmelerle bunu özel sektöre devretmek, dolayısıyla siyasal demokrasiyi de bu ekonomik liberalizmin üzerine inşa etmek gibi bir fikirleri var. Bunun da hem dünyada hem Türkiye’de nasıl bir felakete, nasıl bir yoksullaşmaya ve sınıflar arasındaki açının derinleşmesine yol açtığı tarihsel olarak ortaya çıkmış vaziyette.

Baştan itibaren, Kemalizmi sınıflar üzeri bir diktatörlük olarak tanımlayan ve bunun çeşitli toplumsal kesimleri ve toplumsal farklılıkları bastıran bir ideoloji olarak varlığını sürdürdüğünü ifade etmek gerçekten bugünün politik kavgasında ciddi bir yanılgı. Bu yanılgıyı da toplum Cumhuriyet’in beşte birlik dönemini siyasal İslamcı bir rejim altında yaşayarak ödüyor.

Burada sola nasıl bir görev düşüyor?

Esas olarak yapılması gereken, yeni bir Cumhuriyet isteyen sol, ilerici, devrimci güçlerin siyasal İslamcılık gibi kümlerden farklı bir tarih okuma yapması ve Yeni Osmanlıcılık şeklindeki dış politikanın yanlışlığı kadar bunu eleştiren bir enternasyonalist bakış açısı geliştirilmeli.

Aynı zamanda cumhuriyetin burjuvaziyi geliştirerek emekçi sınıflar karşısında, onların haklarını tırpanlayan bir cumhuriyet haline dönüşmesinin eleştirilmesi gerekiyor. Ve kuşkusuz, Cumhuriyet’in demokratik kazanımlarını, o yüz yıllardır süregelen modernleşme pratiğini, bunun kadınlara ve ülkenin çeşitli kesimlerine sağladığı özgürlükleri koruyan yeni bir cumhuriyete ihtiyaç var. Ve bu cumhuriyet bir emekçi cumhuriyeti olarak kurgulanabilirse ve tüm bu farklılıkları bir zenginlik olarak gören bir demokrasi anlayışına dönüştüren bir anlayış kurgulanabilirse ancak mümkün.

Bir de özellikle cumhuriyetin belli bir döneminde batılılaşmayı NATO’ya sığınma, Sovyet Bloku karşısında bir karşı bloka sığınma olarak gören ve hala tüm kurumların bunun gölgesinde çalışmaktan kurtarılması gerekiyor.

Bu dünyadaki özgürlük kavgasına enternasyonalist bir bakış açısıyla katılacak bir dış politikayı da gerekli kılıyor. Bunu kim yapabilir? Bunu, bugün Cumhuriyet’in gelmiş olduğu bu halden sınıfsal farklılıkları nedeniyle çıkarları olmayan, laikliğe, demokrasiye, dünyanın daha özgür ve yaşanılabilir bir yer olması gerektiğine inananların yani ezilen kitlelerin, kadınların, emekçilerin, Türkiye’de kendi dini inançlarını özgürce yaşayamayan Alevilerin birlikte tasarlayabilecekleri bir kurucu fikir etrafında bunu oluşturabilmek mümkün. Biz hem Cumhuriyet’in kazanımlarına sahip çıkmak hem de Cumhuriyet’in kazanımlarını aşan bugün bizi gerçekten sınıfsız, sömürüsüz dünyaya doğru götürebilecek bir adım olarak tasarlanmalı.

100’üncü yıla girerken bizi neler bekliyor?

Cumhuriyet’in 100’üncü yılı rastlantısal olarak rejiminin geride kalmış kalıntılarını da kazımak isteyen bir siyasal akım ile bunun karşısında Cumhuriyet’in birikimlerine sahip çıkan ve onu aşmak isteyen, yine toplumun çok büyük bir kesiminin hesaplaşmasına denk düştü. Yani, biz Cumhuriyet’in 100’üncü yılında aynı zamanda Cumhuriyet’in bundan sonraki yönelimine karar verecek bir tarihsel seçimle karşı karşıyayız. Bu ülkede ya siyasal İslamcı rejimi yeneceğiz ve yeni bir cumhuriyete geçişin imkânları buradan doğacak ya da cumhuriyetin bütün kazanımlarını parça parça ortadan kaldıran ve giderek daha siyasal İslamcı bir Cumhuriyet yıkıcısı olarak kuran yeni bir dönemle yüz yüze kalacağız. Burada esas olan Cumhuriyet’in getirmiş olduğu kazanımlara sahip çıkan ve onları aşma iradesini ortaya koyan bir muhalefet gücünün Cumhuriyet’i yeniden kurmaya imkân tanıyabilecek bir seçim zaferidir. Bu Türkiye açısından aynı zamanda önümüzdeki yüzyılı belirleyecek ve Türkiye’nin bir tür medeniyet seçimi olarak da görülebilir. Türkiye ya demokrasinin geliştiği, sınıflar arasındaki eşitsizliklerin azaldığı ve giderek yok olduğu; kadınlar için, gençler için, ezilen halk kesimleri için mutlu bir ülke olarak kendini ortaya koyacak ya da bir diktatöryal rejim altında tüm tarihsel birikiminin yok edildiği bir travmayla karşı karşıya kalacak. Önümüzdeki aktüel görev bunu engellemek ve yeni bir cumhuriyeti yeni bir düzlemde bir emekçi cumhuriyeti olarak kurmak olmalı.