Rejim tartışmalarında, ‘parlamenter sisteme dönüş’ü istemenin tek başına yeterli olmadığını ifade eden Doç. Dr. Yalman, “Toplumsal dengeleri değiştirecek bir devlet biçimi değişikliğini de tartışmalıyız” dedi.

Yeni bir devlet biçimi tartışılmalı

Hüseyin Şimşek

ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü emekli öğretim üyesi Doç. Dr. Galip Yalman, tek başına bu sistemden vazgeçip parlamenter sisteme dönüşün ülkeye istenilen demokratikleşme ortamını kazandırmayacağını vurguladı.

Türkiye’deki yönetim krizini aşmak için devlet biçiminde değişikliğe ihtiyaç duyulduğunu ifade eden Yalman şöyle konuştu:


“Anayasa tartışmalarında 1990'lardan bu yana bir rejim tartışması olarak yürütülüyor süreç. Belli Anayasa değişiklikleri ile bir şekilde meselenin çözülebileceği düşünülüyor. Cumhuriyet tarihi boyunca birden fazla rejim değişikliğinin yaşandığı da bir gerçeklik. Ama rejim sorunu ile sınırlı kaldığı sürece, tartışma eksik kalıyor. toplumsal güç ilişkileri ile rejim değişikliklerini birlikte tartışmalıyız. O da devlet biçimi kavramı ile siyasi rejimi birlikte düşünmeyi gerekli kılıyor. 1980’de mesela bir rejim değişikliği oldu, sonra askeri rejim biterken tekrar bir güçlendirilmiş parlamenter rejime benzer bir düzen geldi. Cumhurbaşkanının yetkileri arttı ama yine de o bir parlamenter rejimdi. Ancak 1982 Anayasası ile birlikte gelen, toplu sözleşme ve sendika yasalarına baktığımızda çok net bir otoriter devlet biçimiydi.

2000’li yılların başlarında gerçekleştirilen önemli bazı Anayasa değişikliklerine karşın, hala otoriter bir devlet biçimi içinde yaşıyoruz. Bu sürecin tanımlayıcı bir özelliği sınıf temelli siyasetin gündemden düşmesi ve kimlik temelli siyasetler üzerinden demokratikleşme tartışmalarının yaşanmasıydı. Dolayısıyla demokratikleşme sorununa, kimlik temelli siyasetlerin taleplerini desteklemek ya da bastırmak için yaklaşıldı. Bu tartışma ve mücadele eksenlerinden bir tanesi laiklik, siyasal İslam ekseni, diğeri de Kürt sorunu diye nitelendirilen mücadele ekseniydi. Son 19 yıllık AKP iktidarı da gösterdi ki sınıf temelli siyaseti gündem dışında tutmak ana hedeflerden birisi. Tasfiye edilen SEKA ve Tekel işçilerinin direnişlerine karşı AKP hükümetlerinin izlediği politikalar bunun somut örnekleri arasında gösterilebilir.

TEK ADAM SİSTEMİ

Son yıllarda enteresan bir şekilde, otoriter devlet biçimi içinde yeniden bir rejim değişikliği yaşadık. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denilen sistem bir rejim değişikliği ama sadece rejim değişikliği olarak adlandırmak yeterli mi? Şöyle söylersem, ‘1980’den miras otoriter bir devlet biçiminden, bir başka yere gidiyor muyuz?’ sorusunu da tartışmamız zorunludur. Bunu yaparsak ve nasıl karşı çıkacağız gibi soruları zihin açıcı bir biçimde tartışmak mümkün olabilir kanısındayım.

Cumhurbaşkanlığı sisteminin bizi getirdiği noktayı anlamak açısından da ‘Hangi koşullar bu rejim değişikliğini gündeme getirdi, toplumun hangi kesimlerine karşı ya da hangi kesimlerinin talebi doğrultusunda ortaya çıktı?’ sorularını beraber düşünmemiz gerekir. Bu sistem, başkanlık sistemi değil, yarı başkanlık sistemi hiç değil. Başka bir şey denemediği için de ‘tek adam sistemi’ deniliyor. Brezilya, Hindistan ve hatta ABD gibi otoriter sistemlerle karşılaştırılıyor. Yüzeysel benzerlikler var ama en azından mevcut sistem içerisinde bir rejim değişikliği gerektirmeden ortaya çıkan iktidarlar onlar. Bizimkisi bir rejim değişikliğini beraberinde getirdi. Sadece rejim değişikliği mi yapıldı, yoksa toplumun içindeki belli mücadelelerin sonunda birtakım gelişmeleri önlemek için bir hamle mi yapıldı? Bunları tartışmamız gerekiyor. Güçlendirilmiş parlamenter sistem (GPS) istemek de yeterli değil. Çünkü o sadece bir rejim değişikliği talebi oluyor.

yeni-bir-devlet-bicimi-tartisilmali-947426-1.
Doç. Dr. Galip Yalman - ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü emekli öğretim üyesi



SINIF TEMELLİ SİYASET

GPS’in içinin doldurulması lazım. Nasıl bir anayasa projesi düşünülüyor? O anlamda da toplumsal güçler arasındaki dengenin yeniden kurulması meselesini gündeme getirmek lazım. 1982 Anayasası’nın büyük ölçüde kısıtladığı, 1961 Anayasası’nın da önüne geçecek şekilde demokratik hak ve özgürlüklerin tüm toplumsal kesimler açısından özgürce kullanılabildiği bir Anayasa tartışmasının açılması gerekiyor. Madem ki kimlik temelli siyasetler de gündemde kalmaya devam edecek, ülkeye özgü biçimleri ile tartışılması gereken, kimlik temelli ve sınıf temelli siyaset ilişkilerinin birlikte tekrar irdelenmesi, demokratikleşmeden ne anladığımızı açıklığa kavuşturacaktır. Toplumun bütünlüğünü gelecekte özgür ve demokratik bir ortamda mümkün kılacak çözümler ne olacak, sınıf temelli ve kimlik temelli mücadelelerin birlikteliği bu temelde düşünülmek zorunda. Anayasa bunun da çerçevesini çizecek bir olgunlukta olmalıdır. Kimlerin hangi nitelikte temsilcilerle birlikte bu süreçte yer alacağına da bağlı. Buna paralel olarak, devletin ekonomideki ağırlığını da yeniden tanımlayacak, kamucu politikaların gündeme getirilmesine olanak sağlayacak bir devlet biçimi değişikliği, daha demokratik bir yapıyı perçinleyebilir.

KURUCU MECLİS FİKRİ

Seçim hangi tarihte yapılırsa yapılsın, oluşacak Meclis kompozisyonu, kurucu meclis niteliğinde çalışabilecek mi, çalışamayacak mı? O önemli. İleriye dönük bir anayasa projesini gündeme getirip, bu mecliste olmazsa bile, bir sonraki meclis dönemi için yeni bir anayasa nasıl oluşturulur, bunu tartışmaya başlamak gerekir. İlk seçimde ortaya çıkacak meclis, gerçekten bir kurucu meclis gibi çalışabilir mi, bu da ayrı bir sorun. Şili mesela çok uzun dönemli bir diktatörlükten çıktıktan ancak 30 yıl sonra bir kurucu meclis ve yeni bir Anayasa yapma sürecine günümüzde geldi. Türkiye’nin yeni bir anayasal düzene ihtiyacı olduğunu düşünüyorsak sadece bir rejim değişikliği değil, aynı zamanda toplumsal dengeleri değiştirecek bir devlet biçimi değişikliği ile beraber, yani demokratik bir devlet biçimine nasıl geçeriz arayışının bir ifadesi olarak yeni Anayasa meselesini tartışmaya açmak gerektiğini düşünüyorum.

İKTİDARDAN KOPANLAR

Saygın siyaset bilimcilerinin 2017 öncesinde yaptıkları analizler, net olarak bir şeyi ortaya koyuyor. Sağ kesimin AKP ve MHP arasında oy gidiş ve gelişleri olabiliyor. Sağdan sola oy geçişi ise olmuyordu. 2017-2018’den sonraki yeni rejimde, ortaya İYİ Parti ve AKP’den kopan partiler çıktı. Sağdan sola değil ama AKP ve MHP’den şu an karşılarında yer alan diğer sağ partilere kaymalar olabilir. Ama daha önemli bir mesele var o da CHP, HDP ve onun dışındaki sol örgütlenmelerin ciddi olarak toplumda daha farklı bir değişimin dinamiklerini yakalayabilmek için neler yapabilecekleridir. Sağdan sola oy kaçışları olur mu olmaz mı ayrı bir tartışma konusu ama ittifaklar meselesi önemli olan. Orta sol ve orta sağın ittifakının sonucu iktidara ulaşmalarına yol açabilir. Ama bu içinde bulunduğumuz otoriter yapılanmadan çıkış için yeterli olur mu, esas mesele bu.”