Yeni bir dil gerek bize. Artık barışın ve sevginin dilinin yetmediği aşikâr. Nefret diliyse zaten bize ait değil. Ancak nefret diline ve cinayetler mevsimine sevgi ve barışı öğretmeye çalışarak karşı koymak da olanaksız artık. Bizim çocuklara reva görülen ölümlere bakın. Kızımızı yakıp katledene, kar topu oynayan oğlumuzu öldürene hangi sevgiden bahsedecek, onlara neyi öğretebileceksiniz! Onları barışın ve kardeşliğin dilinden haberdar etmeye çalışmak gereksiz bir çaba artık. Dirilere değil ölülere bile kin kusan bu iktidar şebekesinin ortasında birilerine kar topu oynamanın dünyayı güzelleştireceğinden söz etmek gerçekten anlamsız. Çabalamak boşuna.

Çünkü tam da bizim kullandığımız bu barış dilinden nefret ediyor onlar. Her birimizin kanına susamalarının nedeni o dilin kendisi. O güzel dil onlar için tehdit. Kahkahayla gülene, sarmaş dolaş gezene, dünyayı güzelleştirmeye yönelenlere düşman onlar. Onun için onlar bir kadına tecavüz etmeye çalışıp bileklerini keserken soğukkanlı; onun için onlar insanları boğazlarken kendinden emin; onun için onlar çocukları başlarından vururken vakur. Her ölümden sonra mırıldanarak söyledikleri “üzüntü” sözleri ise cellatların kurbanlarına duydukları acıma gibi.

Hiçbir vahşet kanlarını dondurmuyor onların. Hakikaten bu soğuğa rağmen de mi donmaz kanları? Bunca işkence ve zulme rağmen donmuyor mu? Yoksa damarlarında dolaşan kan değil de zift mi?

Daha geçenlerde okumuştum bir yerlerde, onlar geldi aklıma… 1990’ların başında, Irak’ta, beş yaşındaki bir çocuğu bir cellada veriyorlar asılması için. Anlatıyor cellat: “Çocuğun boğazına ipi doladığımda boynu o kadar inceydi ki ip tam oturmadı. Ağırlığı da yeterince yoktu. Bu nedenle sandalyeyi ayaklarının altından çekip ayaklarından aşağıya doğru asıldım. Neredeyse boynu kopacaktı. O olay beni çok üzmüştü.” İşte bu “üzgün cellatlar” onlar. Her birinin aldıkları can için türlü mazeretleri var. Görevini yapan ve tam da görevini yaptığı için öldürenler onlar. Tahrik olduğu için öldürenler. Kendilerini savundukları için öldürenler. Sanki candan daha kutsalı varmış gibi, kutsallarına “saldırıldığı” için öldürenler. Öldüren ve sonra mahkeme karşısında boynuna taktığı on liralık kravat ve o leş suratlarına takındıkları pis ifadeyle koca bir hukuk sistemini alt edenler. Öldüren ama bir mahkemeye bile çıkarılamayanlar. Öldüren ama el üstünde tutulanlar.
Nefret ettiklerim var aralarında… Acıdıklarım da… Ancak ne nefret ne de acıma karşılıyor söyleyeceklerimi. Yeni bir dil lazım bize. Nefretin ve acımanın dışında bir dil. Katillere ve onları koruyanlara sevgiyi ve barışı tekrar tekrar beyhude yere hatırlatmak için vakit kaybettirmeyecek bir dil. Örneğin “laik sistemin ahlaksızlaştırdığı sapıklar” diyen ama tam da o sistemi sistem yapan ne varsa orada “bitmekten” hiç uslanmamış bir otun bile anlayabileceği bir dil. İkna olacağı değil. Karşısında lâl olacağı bir dil.

Artık vakit kaybetmeyin barışı ve özgürlüğü anlatmak için. Ve ikna etmeye çalışmayın damarlarında kan yerine zift dolaşan yaratıkları. Çünkü onlar bir kabus gibi çökmüştür bu ülkenin çocuklarının üzerine. Geçen yıl mayıs ayında, İzmir’de, Soma katliamını protesto ederken gözaltına alınmak istenince korkudan altına işeyen o çocuğun sidiği kokuyor elleri. Ve her acıdan sonra yaptıklarıysa, daha geçen gün, Özgecan’ın fotoğraflarını yakalarında taşıyanların Flash TV’de gülerek çektikleri halay gibi ikiyüzlü bir eğlence programına benziyor hepsi bu.

Artık yeni bir dil gerek bize. Kökünü tarihten alan ve bu ablukayı dağıtacak bir dil.