“Parlamenter laik demokratik cumhuriyet” TC anayasasında hâlâ yazılı rejimin adıdır. Ama buradaki nitelemelere tek tek bakıldığında, sondan başlayalım, “cumhur” yani halk karar mekanizmasında olmadığı için onun dahil olduğu bir yönetimden söz edemiyoruz; onun yerine yetkiler tek elde toplanmış, referandumla anayasa baypas edilmiş, Cumhurbaşkanlığı daha doğrusu Başkanlık Hükümeti sistemine geçilmiştir.

***

Aynı nedenle bugünkü rejimin “demokratik” olduğundan da söz edilemez; her ne kadar yerel ve genel seçimler yapılmaktaysa da bu seçimlerin sonuçlarında mazbata alanlar kolayca görevden alınabilmekte, kalanlar merkezin engellemeleri ile karşılaşmaktadırlar. Yürütmenin olağanüstü yetkilerle donatılmış olması bu rejimin demokratik olarak nitelenmesinin sık sık kullanılıyor olsa bile gerçeği yansıtmadığını göstermektedir.

***

“Parlamenter” nitelemesi ise, gerek cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile meclisin yetkilerinin daraltılması, Schmitt’in “istisnanın sürekliliği” tezinin egemen kılınması, gerekse parlamentonun çoğunluk partisi eliyle bloke edilmesi nedeniyle gerçeği yansıtmamaktadır.

***

Bu konu üzerinde biraz daha duralım. En son mecliste iktidar partisi ve ortağının oylarıyla kabul edilen halk sağlığına aykırı bir yasanın cumhurbaşkanı tarafından veto edilmesi de yalnızca rejimin medya komedisini ortaya çıkarmamış, parlamentonun ne söylenirse onu yapan, aldığı kararlara sahip çıkamayan bir kurum olduğunu da gözler önüne sermiştir.

***

Bu sonuçtan yalnızca iktidar partisi değil, bu çok önemli yasa tasarısı görüşülürken oturumlara katılmayan, karşı oy kullanmayan milletvekilleri, partiler de sorumludur. “Katılsak ne olacak, çoğunluğun dediği olmayacak mı?” türünden bir savunma parlamentonun işlevsizliğini anlatmakla kalmayacak, aynı zamanda vekillerin oradaki varlıklarını da tartışılır hale getirecektir.

Sahi değerli muhalefet milletvekilleri ne yapıyorsunuz siz orada?

***

Öyleyse başımızı kuma gömmeyelim, ülkemizde bugün geçerli rejim adında belirtildiği gibi küçük bir düzeltmeyle Başkanlık Hükümeti rejimidir. Bir halk oylamasına dayandığı için yasal ve o yasallık kapsamında meşru, başta laiklik olmak üzere Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş ilkeleriyle çatıştığı ve halkın yükselen itirazlarıyla karşılaştığı için de giderek güçten düşmesi kaçınılmaz bir rejimdir.

***

Kuşkusuz bu iddia izaha muhtaçtır. Rejim neden yalnızca referandumun sağladığı yasallık kapsamında meşru olsun? Birinci neden, kuvvetler ayrılığını vurgulayan anayasa ile referandumun çelişiyor olması, fiilen bir “anayasasızlaşma” sürecine girilmesidir. (Kapsamlı bir analiz için, Dinçer Demirkent; Sosyal Demokrat Dergisi, sayı 105) İkinci neden, son yerel seçimlerin gösterdiği gibi seçmen ve halk desteğinin azalmasıdır. Üçüncüsü, parlamentonun işlevsiz kalmasanın yarattığı boşluğun halkın hemen her konuda dile getirdiği itirazlarla dolduruluyor olmasıdır. Halkın doğrudan, demokratik kite örgütleri, hareketleriyle ve aydınlar aracılığı ile gerçekleştirdiği itirazların, her zaman sonuç vermese de etkili olduğu kesindir. Son yasanın cumhurbaşkanı tarafından veto edilmesinin nedeni de yasalaşmış tasarıya halkın haklı ve güçlü itirazlarıdır.

***

Muhalefet parti ve milletvekilleri bu durumun ne kadar farkındadırlar bilmiyorum ama farkına varsalar iyi olacaktır; çünkü siyaset boşluk kabul etmez ve Türkiye’nin siyasi tarihinde yalnızca gücünü yitirmiş rejimler değil, onunla birlikte muhalefet etmek yerine rejim sınırlarını aşmamaya özen gösteren partiler de yerlerini terk ederler.