2001 tarihli ‘The Fast and the Furious’un ortalama plan uzunluğu 4 saniyeydi. Serinin son filmlerinde bu rakam 2 saniyenin altına düştü. Günün birinde bu gidişatın terse döndüğünü görecek miyiz?

Yeni bir kurgu anlayışına doğru

Walter Murch’tan Bill Pankow’a kadar pek çok usta kurgucunun belirttiği gibi, bir filmin ritmini inşa etmek, kurgucular için sezgiseldir. Hikâye için özel bir nedeni yok ise; aynı sahne içinde bir plandan başka bir plana ne zaman ve nasıl geçileceğine dair verilen kararlar, hikâyenin akışına dair doğru ritmi yakalamak adına bir sezgiyi izler. Problem şu ki Walter Murch kadar usta ve tecrübeli değilseniz, sezgileriniz çoğunlukla size daha hızlı olmanız gerektiğini söyleyecektir.

Çünkü sürekli gelişen teknolojinin direksiyonda olduğu bir tüketim çağında, sinemanın dili de değişen koşullar gereği daha hızlı ve dinamik hale geliyor. Plan uzunlukları her geçen gün daha kısalıyor. Plan uzunluğu kuşkusuz ki tempoyu oluşturan tek unsur değil, fakat tempo üzerinde diğer unsurlara göre daha belirleyici bir öğe. Geçen haftalarda on binlerce filmi içeren istatistiki çalışmalardan veriler aktarmıştım: 1930’larda 12 saniye civarı olan ortalama plan süresi düzenli bir şekilde azalarak günümüzde 2 saniyeye kadar düşmüş durumda. 1930-1990 arası kabaca her on yılda bir 1 saniye daha kısaldığı görülüyor. 1990’lardan itibaren de ivme kazanarak daha hızlı bir şekilde kısalıyor. Sinema tarihi gösteriyor ki, sinemanın dilinin evrimindeki en büyük değişkenlerden biri şüphesiz ki plan uzunlukları.

Yeniden çevrimler ve seri filmleri inceleyecek olursanız, pek çoğunun yukarıda bahsettiğim trendin grafiğine neredeyse tam olarak oturduğunu göreceksiniz. Örneğin 2001 tarihli ‘The Fast and the Furious’un ortalama plan uzunluğu 4 saniyeydi. Bir 10 yıl sonra serinin 5. filmi ‘Fast Five’a gelindiğinde ortalama plan uzunluğu 2,3 saniyeye düşmüştü. 2015’teki ‘Furious 7’de bu rakam 1,8 saniyeye düştü. İki hafta önce vizyona giren ‘The Fate of the Furious’ta plan sürelerinin daha da kısaldığına şüphe yok. 1962 tarihli ilk Bond filmi ‘Dr. No’nun ortalama plan süresi 6,6 saniyeydi. 2015 tarihli ‘Spectre’nin ise 3,4 saniye. 1980 tarihli korku klasiği ‘Friday the 13th’in ortalama plan uzunluğu 10,2 saniyeydi. 2009 tarihli yeniden çevriminin ise 3,5 saniye. Namını zaten hızlı kurguya borçlu aksiyon serilerinin, temposunu gününün standartlarına taşımak için hızlandırması normal. Ancak döneminin standartlarının epey altında bir plan uzunluğu ile tuhaf ve farklı bir atmosfer yaratan ‘Friday the 13th’e aynı muameleyi yapabilir miyiz? Yaparsak filmin iyi olan tüm özelliklerini özünden ıskalarız, tıpkı 2009 tarihli yeniden çevrimi gibi.

Yeni bir otomatik pilot

Sorun şu ki ana akım sinema kültürü, kurguya hikâyedeki anlamı yaratan temel öğelerden biri olarak değil de kostüm, dekor gibi yardımcı bir öğe muamelesi yapıyor. Hal böyle olunca pek çok yönetmen ve kurgucu tıpkı 2009 tarihli ‘Friday the 13th’ gibi -sanki her hikâyenin/filmin kendine özgü bir ritme ihtiyacı yokmuşçasına- tempoyu otomatik pilota bırakmakta bir beis görmüyor. Bu otomatik pilot ise 1930’lardan bu yana aralıksız bir şekilde ezberlenen “daha hızlının daha makbul olduğu” bir kurgu anlayışı.

Çok yakında bu “otomatik pilot” sesli sinemanın doğuşundan bu yana ilk kez değişecek. Çünkü haliyle bir noktada ortalama plan sürelerinin kısalma eğilimi durmak zorunda kalacak. Ve belki de biraz gerileyerek doğal bir denge noktası arayacak. Temponun, sadece plan süresini kısaltarak yükseltilemeyeceğini anlamak ve ritim üzerinde kontrolü olan diğer unsurları hatırlamak kaçınılmaz olacak. Günümüzde pek çok genç hikâye anlatıcısının filmlerini daha tempolu hale getirmek için sergiledikleri uğraş, ileride plan süreleriyle daha hızlıyı değil ama “doğru” ritmi aradıkları bir uğraşa dönüşebilir. Özellikle de gelecekte, plan sürelerinin sürekli daha da kısaldığı bir sinema dünyasında büyümemiş yeni jenerasyon yönetmenler için bu durum radikal bir fark yaratabilir.

Belki de o zaman gözlerimiz ve sezgilerimiz sürekli daha hızlıyı aramaktan vazgeçer. Belki de o zaman ortalama 1,64 saniyede bir plan değiştiren ‘Resident Evil: Apocalypse’ (2004) gibi gözlerimizi kanatmadığı için; sözgelimi 2005 tarihli ‘War of the Worlds’ ile vitesi düşürerek ortalama 6,7 saniyede bir plan değiştiren Spielberg’i “yavaş kurgusu” ile överiz. Belki de o zaman bütün usta yönetmenlerin dönemin standartlarını umursamadan kendine özgü bir ritmin peşinden gittiklerini hatırlarız.