Yeni bir ‘Sir Münir’ arayışı

Hakan Tanıttıran - Lefkoşa
AKEL Genel Sekreteri Andros Kiprianu, seçim sürecine Türkiye’nin kabul edilemez bir şekilde karışmasının çok rahatsız edici olduğunu belirterek, liderlerinin kim olacağına Kıbrıslı Türklerin özgür bir şekilde karar vermelerine saygı gösterilmesi gerektiğini söylemiş. Şimdi ne güzel Güney Kıbrıs’tan da Kıbrıslı Türklere de destek geldi diye düşünmek mi lazım?
Ben öyle düşünmüyorum ve olayın farklı bir yönüne dikkat çekmek isterim. Tüm dünyanın gözü önünde Türkiye’deki AKP iktidarı Kıbrıslı Türklerin siyasi iradesine açıkça müdahale etmektedir ve onların iradesine saygı göstermemektedir. AKP milletvekilleri televizyonlara çıkıp “biz orada kan döktük tabi kimi istersek o olacak” diye pervasızca konuşabilmektedir. Eğer Türkiye’yi yönetenler Kıbrıslı Türklerin iradesine saygı göstermezlerse Kıbrıslı Türklerin masada muhatabı olan Kıbrıslı Elenler ve dünyanın diğer ülkeleri neden o iradeye saygı göstersin ki! Masadaki Kıbrıslı Türk iradeye bundan daha fazla zarar verecek başka bir şey yok.
Unutulmasın ki biz burada tüm dünyanın –içlerinde tüm İslam ülkelerinin ve Azerbaycan’ın da bulunduğu tüm dünya- Kıbrıs’ta tek devlet ve irade olarak tanıdığı ve AB tam üyesi olmuş Kıbrıslı Elen Devleti ile masadayız. Şartlar zaten eşitsizdir ve Kıbrıslı Türklerin kendi iradelerini kabul ettirerek siyasi eşitliğe ve iki toplumluluğa dayalı kapsamlı bir çözüm mücadelesi hayli çetin bir yol. Bu çetin mücadelede dostların yapması gereken bugün AKP hükümetinin yaptığı değildir. AKP’nin tavrı hem Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki çıkarlarına hem de Kıbrıslı Türklerin geleceğine zarar vermektedir. Çünkü Akdeniz’de Türkiye’nin tek ve gerçek dostu ve müttefiki Kıbrıslı Türklerdir. Bu dostluk Türkiye’yi yönetenlerle değil Anadolu ile yüzyıllara dayanan dil ve kültür ortaklığına dayanır. Kıbrıslı Türkler her daim Türkiye halkını dost ve kardeş bilmiştir ve bu öyle devam edecektir.
Aynı şeyi Türkiye’yi yönetenler için her daim söylemek ise pek mümkün değildir.
KIBRIS TARİHİNE KISA BAKIŞ
Osmanlıdan günümüze Kıbrıs ve Kıbrıslı Türkler yakın tarihe kadar Türkiye’de pek ilgi ve alaka görmedi.
12 Temmuz 1878 günü akşamüzeri saat 17.00’de, Baf Kapısı Kışlası’na Britanya bayrağı çekilerek, ada resmen İngilizlere devredildiğinde Kıbrıslılar bu kararı verenin Padişah II. Abdülhamit olduğuna uzun zaman inanamamıştır. O zamanlar bu unutulmuş adada Türk kimliğinden eser yoktu. Herkes kendini sadece Müslüman olarak tanımlardı. Halife ve padişah nasıl olur da Müslüman bir adayı ortada savaş yokken, zor kullanılmadan İngilizlere verirdi!
Bir süre sonra gerçeği Osmanlı kaynaklarından da teyit ettiklerinde, Osmanlının başka jeopolitik çıkarlar için Kıbrıs’ı kolayca feda edebildiğini öğrendiler. Bu acı ders gelecek kuşaklar için kendi ayakları üzerinde kalıp kendi geleceklerini tayin etmezlerse bunun başlarına her daim gelebileceğini öğretmesi açısından önemli.
Osmanlı Kıbrıslı Müslümanları feda etmişti etmesine ama Kıbrıslı Müslümanlar açısından hayat hala İstanbul’a bakarak şekilleniyordu. Orada Padişahçılar vardı burada da ayrıcalıklılar padişahçıydı. Orada okumuş aydın zümre Jöntürk olunca burada da gerici ve çağdışı düzenleri sayesinde Kıbrıs’ta ayrıcalıklarını sürdürenlerin karşısına Kıbrıslı aydınlar Jöntürk olarak çıktı.
Lozan Anlaşması’na kadar Kıbrıs’ta her kesim bir gün Türkiye’ye tekrar bağlanacakları beklentisiyle yaşadılar. Lozan Anlaşması’nın 20 ve 21. Maddeleri ile adanın İngiltere tarafından ilhakı Türkiye Cumhuriyeti tarafından da tanınmasına kadar sürdü bu beklenti.
Adanın İngiltere’ye devri ile Padişahçılar/Jöntürkler sürtüşmesi, müftülüğün de İngilizlere teslimi ile 1928’den itibaren artık İngilizciler ve milliyetçiler şekline bürünmüştü. Bir kez daha yönetici azınlık kılık değiştirmekteki maharetini gösterdi. Padişahçı kadrolar hızla yeni egemenlerin saflarına geçtiler. Artık Müslüman halk Kraliçe’nin tebaasıydı.
İNGİLİZLERDEN BUGÜNE KUKLA ARAYIŞI
Bunların karşısındaki kesim ise artık aydınlanmanın izindeki yeni Kıbrıslı Türk aydınlardı. Türk kimliği bu dönemde şekillenmeye başladı. Ancak hızla İngilizlerin emrine giren Padişahçıların ilk görevleri de ortaya çıkmıştı. Milli kimlik oluşturmak fikrinin etrafında toplanan aydın kesim, İngiliz yönetimine jurnallenmeye başlandı. Jurnalin Başında da Efkav (Vakıflar) idaresinin başında bulunan eski padişahçı yeni İngilizci Mehmet Münir Bey ve oğulları vardır. İngiliz sömürge yönetimi bu tür hizmetlerine karşılık Münir beyi 1928’de kralla görüştürür, 1931’de ona “OBE” (Order of British Empire) unvanı verir. 1937’de onu Britanya kralı 6. George’un taç giyme törenine davet eder. 1939’da ona “C. B. E” ünvanı, 1974’de ise “ Sir” (Knight Bachelor of the British Empire) unvanı verir ve artık “Sir Münir” olarak anılmaya başlar. İngiliz sömürge yönetiminin uşağı Sir Münir, Türk Toplumunun tüm tepkisine karşın 1925’den 1947’ye kadar tam 22 yıl Evkafın başında tutulmuştur.
1878’den beri Kıbrıs’ta egemen olan dış güçler hep bir Sir Münir arıyorlar. Bunu da Kıbrıs’ın ayrıcalıklılarının arasında aramaktan doğal ne olabilir.
Bugün yaşananlar da yeni bir Sir Münir arama çabasıdır. Ancak artık Kıbrıslı Türk halkı eşitlikçi ve özgürlükçü fikirlerle donanmıştır. Sir Münir adayları sert kayalara çarpacak ve parçalanacaktır.
Bugün Kıbrıslı Türkler ile ortak yol yürümenin koşulu onların özgür iradelerine saygı duymaktan geçer. Bilinmelidir ki Kıbrıslı Türkler ne Kıbrıslı Elenlere ne de Türkiye’ye bu şansı vermeyecekler ve kendi geleceklerini kendi özgür iradeleriyle belirleyeceklerdir. Türkiye’nin de tüm ulusal çıkarı yakın ve uzun vadede bu dost ve kardeş halkla eşit temellerde bir ilişki kurmaktan geçiyor. Başka bir yol yok!