‘Yeni’ Türkiye’de artık Meclis kâğıt üstünde, yani yok. CHP Meclis’te ana muhalefet yapamayınca, mecbur Meclis’i yollara taşıdı ve çok iyi yaptı.

İktidar uzun süreden beri ‘Yeni’ Türkiye diye diye yediği haltları yeniledikçe, ana muhalefet CHP de kendisini ve tarzını yenilemeye bir nevi zorlandı. Ama nasıl bir yeni? Bunun cevabı da yine mecburiyetten ortaya çıktı:
Yeni bir halk hareketi. Yeni bir siyaset tarzı lazım.

O hareket ise aslında çoktandır Gezi ile yola çıkmış ve ‘Hayır’ın devamında yeni bir halk hareketi olarak yürümeye başlamıştı. Kılıçdaroğlu ve CHP aslında bu yürüyüşe katıldı.

Ali Sirmen, Kılıçdaroğlu’na “Bu yürüyüşten sonra başka eylemler de olacak mı, yoksa bu eylem bir son mu” diye sormuş, Gezicilerin sloganındaki “Bu daha başlangıç” cevabını almıştı.

Doğrusu da budur. “Bu da” daha başlangıçtır. Çünkü her eylem/hareketlenme bir öncekinin devamıdır ve her eylem yeni bir başlangıçtır. Çünkü süreklilik ancak böyle sağlanır. Ve ivme böyle artar. Ve mücadele çıtası böyle yükselir. Kitleselleşir.

Kılıçdaroğlu’nun “Bu yürüyüş bir şeyleri tetikleyecek mi” sorusuna verdiği cevap da doğruydu: “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.”

Olmayacak tabii ki, olmamalı zaten, olamaz ki!

Saraycılar ise eskisi gibi yaptıklarını çoğaltarak sürdürecekler. Şaşırtmayacaklar. Geçen yazımda “Adalet deyince, artık elinde terazi tutan adalet tanrıçası heykeli de gelmiyor akla, ‘tezekten terazinin boktan olur dirhemi’ noktasındayız” demiştim ya, gecikmediler, tezek attılar!

Velhasıl bu yürüyüş henüz devam ederken bile her yönüyle öğretmeye de devam ediyor:

Her şeyden önce olup bitenler karşısında halk kesimlerinde ciddi bir farkındalık yaratıyor ve farkındalığı artırıyor. Tarihte her zaman ‘farkında olanlar ile farkında olmayanlar’ arasında bir ayrım olmuştur. Her ülkede aydınlar ile halk arasında bir makas vardır ve marifet işte o makası kapatmaktır. CHP, her şeyden önce, işte o makûs makası kapatmak için de adım adım yürüyor.

Bu yürüyüş sayesinde, halkımız yürürken böylece nesne olmaktan çıkıp özne olmaya doğru adım adım ilerlediğini de fark ediyor. Nesne edilgendir, kullanılandır, yönetilir, halkın böyle kalması istenir. Özne etkendir, kullanandır, yaratıcıdır ve kendisini yönetmeyi öğrenir, halkın asla böyle olması istenmiyor.

Tabii ki halk kesimleri bir çırpıda topyekûn nesne olmaktan kurtulup özne olamazlar. O özelliğe parça parça, işte şimdi adım adım ulaşabilir ve halkın çıkarını savunan başka öznelerin katkısıyla da ulaşabilir. Devrimcilik/Hazirancılık işte bu katkıdaki en önemli kimliktir.

Ve işte bu noktada belli ki ‘politika sanatı’nın incelikleri tekrar devreye girecek. Şimdilik ‘adalet’ kavramı bu ince ayarı verebiliyor, ama şimdilik. Çünkü politika ayrıca her daim farklı seçenekler arasından yapılan bir tercihtir. Ve her dönemeçte başka seçenekler çıkacak ortaya.

Bu tercihlerde ise sadece dünyaya bakış değil, tecrübe birikimi, içgörü ve yetenek de önemli. Bıçağın kemiğe dayanması, CHP bakımından, geçmiş hatalardan alınan ders, bir tecrübe olsa gerek.

Evet, Kılıçdaroğlu en önde yürüyor. En önde yürümek elbette sadece önden gitmek değildir, esas olarak peşinden gidilendir. Şimdi peşinden gidenler var. Çok güzel. En önde yürümek sadece doğru yolu göstermek de değildir, esas olarak halkın kendi özdeneyimiyle bu yolda yürümesini sağlamak ve sürdürmektir.

Peki, bu nasıl olacak?

Saray ve AKP sınıf içgüdüsünden gelen fırsatçılığıyla davranıyor, davranacak. Hep risk alıyor, hep ‘kâr’ ediyor! Bunu siyasi kalleşliği erdem sayan reel politik mücadeleleriyle, faşist yönetim metotlarıyla gerçekleştiriyorlar. Evet, işte bunların karşısında ne yapılması gerekecek?

Unutulmamalı ki, Hayır diyenleri, farklı muhalif kesimleri Kılıçdaroğlu ya da bir başka ‘kimse’ bir araya getirmiyor, çünkü ‘kimin’ değil ‘neyin’ bir araya getirdiği bir kavşaktayız. Nedir? İnsanları bir araya getiren, aynı dava uğruna, aynı ortaklık zemini üzerinde yaşadıkları ortak pratiklerdir. Demek ki asıl olan birey(ler) etrafında bireyleri örgütlemek (seçmen sayısı artırmak!) hiç değil, asıl olan ilişkileri sürdürmek ve örgütlemektir. Yani? Meclisleşmek…

Bir yanıyla Saray rejimine karşıtlık düzleminde negatif içeriğiyle, öbür yanıyla adalet (ve eşitlik) gibi olumlu içeriğiyle heterojen bir muhalefet hareketi/programı şekilleniyor. Artık Saray ve şürekâsını ‘eleştirmek’ yetmiyor; ‘anti’ olmak yetmiyor, neye karşı mücadele edildiği yanı sıra ne için mücadele edildiğinin de sorgulanması gerekiyor. Şimdi o sorunun ‘bir’ cevabı verildi: Adalet için! Bundan böyle muhalefetin asıl gücü aynı düzlemdeki cevapları/talepleri çoğaltarak çoğalmaktan kaynaklanacak.

Demek ki Meclis’i kapattıkları için, toplumdaki meclisleşme (süreci) şimdi artık daha da yakıcı ve inandırıcı bir seçenek olarak gelişiyor. Nedir bu tür meclisleşme?

Saray rejimi istediği kadar güç gösterisi yapsın, tüm örgütlü güçlerini seferber etsin. Ne oldu? Artık en önemli gücünden, inisiyatifi elde tutmaktan yoksun kalmaya başladı. Meclisleşme işte inisiyatifi ele geçirmek ve elde tutmaktır. Rejimin açtığı topyekûn saldırı karşısında yine topluca ve aynı zamanda her alanda mücadeledir. Rejimin devlet imkânlarını bütünüyle kullanması karşısında yılmadan, direnerek bütün toplumsal güçleri seferber etmektir. Mücadeleyi zamana yayabilmektir. Yani rejimin imkânları karşısında çaresizlik yaşayanları güçlü kılan bir muhalefet anlayışıdır. Ki o da, tekrar vurgulayalım, inisiyatifi elde tutmak ve bırakmamaktır.