Herkes kendi konumuna fazlasıyla angaje olduğu için, bir laboratuvar alanına dönüşmüş ülkede olup biteni anlamak zorlaştı. Varsayılan bir topluma dair önceki teorilerin ışığında yeni bir şey söylenmeye çalışılıyor sürekli. Alain Touraine’in “Toplumların Sonu” adlı kitabı çıktı yenilerde, orada da benzer bir eleştiri var. Yeni iktidara alternatif olarak eski iktidarı sunmak büyük bir yanılgı, bu iktidarı doğuran eskisiyken. Hazır her şeyin çivisi çıkmışken, şeffaf ve esnek yeni çivilerle başka bir şey inşa etmek üzerine düşünmeye ihtiyaç var.

Şöyle bir algı var bazı kişilerde: Bir adam geldi ve toplumu kutuplaştırdı. O giderse, kutuplaşma da sona erecek. Toplumun hâlihazırda zaten kutuplaştığı ve bu kutuplaşmanın köklerini çok eskilerde aramak gerektiği görmezden geliniyor. Sadece Kemal Tahir ya da Ahmet Hamdi Tanpınar okumak bile, bu kutuplaşmanın nedenleri hakkında bilgi verebilecekken…

Olup biteni anlamak için neden psikoloji daha önemli bir hale geldi benim için diye düşünürken, Touraine’in kitabına rastlamam güzel bir tesadüf oldu. Touraine, psikolojiden bahsetmiyor kitabında, ama bildiğimiz anlamda toplumsalın neden ve nasıl sona erdiğini anlatıyor uzun uzun. Genel çıkar, ortak iyi ya da topluluğun bütünlüğü gibi şeylerin anlamı değişti; hatta bu tür dayatmalar mutlaka işlevsiz ve göstermelik olacaktır görüşünde Touraine. Artık önemli olan, her tür toplumsal otoritenin üzerinde olan öznenin evrensel hakları. Eğer bir anayasa yapılacaksa, topluluğun bütünlüklü ve varsayılan kutsal çıkarları yerine, öznenin evrensel haklarını gözeten bir anayasa olmalıdır hayata geçirilebilmesi için. Diğer türlüsü, sadece bir düzen aldatmacası görünümünde ve başarısız olacaktır. İnsanın kendini ortaya koyma ve özgürleşme arzusuyla kendisini inşa edebildiği ve sorumluluk aldığı tüm durumlarda haklarını savunma imkânına sahip olabildiği yeni bir toplumsal düzen. Böylesi bir toplumsallık, Italo Calvino gibi yazarların hayalini kurduğu “genel ahlaki devrim”in ortaya çıkmasını da sağlayabilir.

Birbirleriyle çocuksu bir ruhla yarışan anketör ve gazetecilerin komplo teorileriyle magazin karışımı angaje yorumları, televizyonları birer hamster kafesine dönüştürdü, dön dolaş aynı yerdesin.

Sanayi kapitalizminin parçalanması, ekonomik krizin diplerde biriken yıkıcı enerjisi, toplumsallıktan topluluğa dönüşün yarattığı gerilim ve çatışmalar, ülkelerin silahlanma yarışı gibi pek çok tehlikeyle karşı karşıyayken, bu yeni tarihsel durumları çözümleme ve anlama konusunda farklı bakış açıları geliştirmek zorundayız.

Touraine’in, şu an hayatımıza yön veren kitle kültürüne dair tespitleri, bu köşede Adorno’nun ya da Winnicott’ın adını anarak defalarca dikkat çekmeye çalıştığım bir gerçeğe de işaret ediyor. Bireyleri özgürlük ve oyun alanları bırakarak çevreleyen geleneksel kültürlerin yerini, iletişim teknolojileriyle bağlantılı olarak gelişen fanteziler aldı. Yedi boyutlu sinema örneğinde olduğu gibi ultra-gerçeklik yanılsamasının cazibesiyle yaygınlaşan fanteziler, gerçeklik algısıyla birlikte toplumsal bağları da zayıflattı. Fantezilerde geçmiş ve gelecek değil, sadece şimdi vardır ve kısa yoldan doyum vaat eder. Gençlerin bir konuya odaklanamaması, gelecek planı yapamaması, belleğe daha az ihtiyaç duyması, fanteziye dayalı kitle kültürünün yan etkileri…

Touraine, ekonomik krizi aşmak için dengeye kavuşmuş devlet hazinesinden çok toplumsal hareketlerin önemli rol oynayacağını iddia ediyor; Fransa’nın her zaman topluma karşı devletin tarafını seçmesindeki yanlışın üzerinde durarak. Aynı tespiti, Türkiye için de yapmak mümkün. Almanya’nın başarısını Hitlerci devletin yıkılmasının ardından sivil toplumun zaferiyle, İngiltere’nin başarısını sendikalarla yeni bağlar kurmasıyla açıklıyor. Yeni bir toplum, yeni bir toplumsallık fikriyle ve hayaliyle mümkün olabilir. Yıkılmış toplumsallığı bir zümre ya da devlet değil, bireylerin evrensel haklarına göre şekillenmiş toplumsal hareketler yeniden oluşturabilir. Çok geç olmadan…