Yeni bir Türkiye inşasında yersizler, yer yurt arayan Hayaletler

EMİNE UÇAR İLBUĞA

Yönetmen Azra Deniz Okyay’ın Hayaletler (2020) filmi 77. Venedik Film Festivali’nde prömiyerini gerçekleştirdikten sonra, eleştirmenler haftası bölümünde büyük ödülü kazandı ve ardından birçok ulusal ve uluslararası festivallerde ödüller kazanırken, izleyiciler ve eleştirmenlerden de olumlu değerlendirmeler aldı. Okyay, La Clowne (2006) belgesel, Küçük Karabalıklar (2013) ve Sulukule Mon Amour (2016) kısa filmlerinden sonra senaryo ve yönetmenliğini de üstlendiği ilk uzun filmi Hayaletler’i çekti.

Yönetmen Okyay 57. Altın Portakal Film Festivali ödül töreninde ödül almak için çoğunluğu kadınlardan oluşan film ekibi ile birlikte sahneye çıktığında, bir kadın yönetmen olarak daha fazla dayanışmaya vurgu yaptı ve çoğu zaman sektörde kadın olduğu için birçok işin elinden alındığını söyledi. Yönetmenin bu sözü aslında Türkiye sinema tarihinde neden bu kadar az kadın yönetmen olduğunun önemli nedenleri üzerinde bizleri düşünmeye davet ediyor. Bu önemli sorunun bugün kadın yönetmenlerin sayısının artmış olmasına, kamera arkasında da çalışan kadın emeğinin görünürlüğüne karşın günümüzde hâlâ gündemde olması sorunun ne kadar derinlikli olduğunu gösteriyor. Bu bakımdan özellikle S. Ruken Öztürk’ün oldukça detaylı yazdığı Sinemanın Dişil Yüzü (2004) kitabı ve yönetmen Belmin Söylemez’in Bilge ve Öğrencisi: Bir Reji Asistanının Günlüğü (2018) belgeseli sinemada kadın yönetmen olmanın koşulları hakkında bilgi verici eserlerdir. Sinemada kamera önünde, kamera arkasında ya da filmlerin teması olarak kadınların yer alması üzerine akademide yapılan araştırmalar da ataerkil anlayışın baskın bir söylem olarak sinemada nasıl sorunlu bir alan olduğuna işaret ediyor. Ancak bütün bu zorluklara, sorunlara karşın kadınlar filmlerini çekmeye, sinemanın her alanında varlıklarını sürdürmeye devam ediyorlar.

Azra Deniz Okyay her ne kadar kadın olduğu için elinden birçok işi alınsa da iyi ki de film yapmış dedirtiyor ve Hayaletler ile son dönem Türkiye’sini, alışık olunan bir sinema dilinden uzak ve distopik bir İstanbul örneği üzerinden sorunsallaştırarak, biz izleyicileri de bu konuda düşünmeye davet ediyor. Bu bakımdan son dönem izlediğim kaliteli ve Türkiye sinemasının geleceğine ilişkin umut verici yapımlardan biri olarak, Hayaletler filminin daha fazla izleyiciye ulaşmasını diliyorum.

Filmin mekânı hem tarih hem de coğrafi boyutuyla dünyanın en ilginç ve çekici şehirlerinden biri olarak kabul edilen İstanbul. Ancak aynı kent hızla büyüyen nüfusu, kontrolsüz kentleşme, kentsel dönüşüm ve ranta koşulsuz teslim olmuş, tarihi dokusu hızla yok edilen, yüksek beton binalara teslim edilen bir kent aynı zamanda. İstanbul’da özellikle kentsel dönüşümü bekleyen ve daha çok göçmenlerin, işsizlerin geçici olarak konumlandıkları mekânlar, aynı zamanda ucuz iş piyasası, merdiven altı üretim, uyuşturucu satışı gibi, yasadışı mafya örgütlerinin de merkezi. Son yıllarda Türkiye sinemasında bu konu önemli bir sorun olarak yer alıyor; eski tarihi kent merkezlerinin radikal dönüşümü, tarihi evlerin bir bir yok edilişi, kendi kaderine terk edilmiş evlerde yaşamak zorunda kalan göçmenlerin zorlu yaşamları, yükselen gökdelenler, kentten soyutlanmış her şey dahil site mahalleler ile kentte yaşayanların belirgin bir biçimde ayrıştığı bir dönemde kadınlar, gençler, çocuklar, işsizler, rant ilişkileri gibi, sosyal, ekonomik ve kültürel koşullar üzerinden bireylerin yaşamları filmlerde temalaştırılıyor.

Okyay’ın Hayaletler filmi tam da İstanbul’un merkezinde ama bir o kadar da kentin görünmeyenleri, yersizleri, yer arayanları olarak bir kentsel dönüşümün merkezindeki semtte yaşayan göçmenler, kayıtdışı göçmenler üzerinden para kazananlar, tarihi binalar ve o binaları legal olmayan biçimde talan edenler, mahalledeki çocuklar, kadınlar, büyüme sancıları içindeki gençler, dansları ile kendilerine bir yol bulmaya çalışan, sıkışmış yaşamlarıyla genç kadınların hikâyesi. Filmde bir de alternatifler var. Onlar sistemin görmediği göçmen çocuklarına gönüllü destek veriyor, kadın cinayetlerine karşı mücadele ediyor, hem üretiyorlar hem de dayanışmacı ruhlarıyla verdikleri partilerde eğleniyorlar.

Filmde elektriklerin kesilmesiyle birlikte kaosun karabasan gibi kente çöktüğü bir anda ellerindeki telefonun aydınlattığı dar sokaklarda yolunu bulmaya çalışanlar, torbacılar, müşteriler, dans yarışmaları ve polis kontrolleri arasında distopik bir hikâye ortaya konuluyor. Yönetmen filmin atmosferine uygun olarak hareketli kamera kullanıyor ve bu tercihi ile de izleyiciye filmde huzur vaat etmiyor, bilakis izleyiciyi sürekli huzursuz ediyor. Sosyal devletin yokluğu, işsizlik, düşük eğitim sorunu, erkekler dünyası tarafından kuşatılmış kamusal alanda varla/yok arasında sıkışmış kadınlık halleri, kimlik arayışları, olumlu sosyo-kültürel koşulların yok denecek düzeyde olduğu bir ortamda psikolojik gerginlikler arasında büyüyen, yolunu bulan ya da çıkış yolu arayanların dünyası Hayaletler.

Okyay, kadınları klasik anlamda bir temsilden ziyade hem o sıkışmışlık içinde hem de onları sorunlarına çözüm arayan, çözüm üreten, sorunların farkında ve bunu dile getirmekten korkmayan birer özne olarak sunuyor. Bu haliyle de İstanbul’da bir semtte yaşayan gerçek kadınları göstermeyi, kadına dair kültürel, siyasal egemen bakış açısıyla onları birer fantezi nesnesi haline getiren anlayışın tam tersine, kadınları farklı yelpazelerde, iş ve özel yaşamlarıyla, sorunlar karşısında kendi mücadelelerini verebilen, en azından vermeyi deneyen, gerektiğinde yalnız kalabilen, hayatın tam da içinde, diğer insanlar gibi gerçekliği ile sunuyor. Hele de günümüzde her gün eşi, kardeşi, babası, sevgilisi tarafından yaşam hakları ellerinden alınan, kamusal alanda, iş yerinde şiddet ve tacizle her an yüz yüze kalan kadınları, LGBTİ+ bireyleri koruyacak, destekleyecek ve onları kamusal alanda özgürleştirici yasalar yerine, İstanbul Sözleşmesi gibi anlaşmalardan çekilerek, bu şiddeti sessizce onaylayan bir anlayışın egemen kılındığı ülkemizde, tüm bu sorunlara duyarlı yönetmenlerin alışık olunan kadın temsillerinin dışına çıkan filmlerinin sayısının daha da artması dileğimizdir. Çünkü sinema hem içinde bulunduğu toplumdan şekillenir hem de o toplumu değiştirir ve dönüştürür. Gerçekliğin “bir izdüşümü” olarak sinema filmleri her şeyin metalaşarak tüketimin bir parçası haline geldiği günümüzde bir süre için de olsa bugünün, geçmişin ve geleceğin üzerinden gerçekliği anlama ve üzerine düşünmeyi olanaklı kılıyor.

Filmde, rant peşinde koşan, eylemci kadınları polise jurnalleyen Raşit (Emrah Özdemir), gelecek kaygısı, aşk acısı ve hayalleriyle içinde yaşadığı semtte kendini var etmeye çalışan Dilem (Dilayda Güneş), cezaevi ağalarının baskısı altında olan hapisteki oğluna para yetiştirmek için torbacı olmayı göze alan İffet (Nalan Kuruçim) ve kadın hakları savunucusu Ela (Beril Kayar) olmak üzere; üç kadın ve bir erkek karakter üzerinden ete kemiğe bürünen bir Türkiye manzarası ortaya konuluyor.

Yeni Türkiye inşasında onların yaşadığı semtte gençlerin yeteneklerini geliştirebilecekleri spor arenaları, dans pistleri yok. Köprü altları, eski yıkık ve bakımsız binalar, yükselen gökdelen inşaatları ile İstanbul bir inşaat alanı. Tekinsiz mekânlarda, tekin olmayan ilişkiler, kuş besleyicileri, köpek dövüşçüleri, torbacılar arasında hayallerin peşinden ne kadar gidilebilir?

Filmin tedirgin edici kamerası gibi, ilerlemesi de düz bir anlatıdan uzak. Sık sık görüntüler ve diyalogların tekrarına yer veriyor yönetmen. Böylece izleyici filmin karmaşık anlatı yapısı, tekrarlar ve omuz kamerası ve dikey telefon görüntüleriyle belgesel ile kurmaca arasında alışık olduğu bir film izleme deneyiminden oldukça uzak kalıyor. Mini etek giyen genç kadına atılan tokat, dans eden kadınları izleyen erkekler, birbirine sarılmış sevgilileri azarlayan yetişkinler, yaşamın doğal akışını sürekli ayıplar/yasaklarla tıkayanların mahallede kol gezen, insanları sindiren çeteler karşısındaki suskunlukları gibi, bu ikiyüzlülük de en doğal bir biçimde sunuluyor. Film gerçek mekânlarda, günümüz koşullarında dönüşmekte olan bir semtin yersizleri, yerlerinden edilenleri, yurt arayanları, tutunamayanlarıyla bir araf halini ortaya koyuyor. Film elektriklerin kesildiği, yangınların her yanı sardığı, barajların boşalma tehlikesi ve hastanelerin hizmet veremez hale geldiği, bakanlığın kriz masası ile tüm bu kaosa çare aradığı haberleri arasında ‘Yeni Hayat’, ‘Yeni Türkiye’, ‘Yeni Rezidans’ şimdi sizin zamanınız reklamları iç içe geçerken, tüm bu seslere ve kaosa kulağını tıkayan, karanlık ve dar sokaklarda elindeki telefondan yansıyan ışıkla, müziğe eşlik eden Dilem’in dansıyla son buluyor.