Yeni bir yüz yıl
Mustafa Kemal ile Muhsin Ertuğrul. (Fotoğraf: Arşiv)

Cumhuriyet’in ikinci yüz yılının ilk günündeyiz. Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının kurduğu Cumhuriyet’e, Cumhuriyet’in değerlerine yönelik saldırılar her geçen gün artar, ‘parti devleti’nin valileri ve kaymakamlarının konser ve festival yasakları hız kesmezken, siyasal iktidar ve yandaşları bu günü göstermelik demeçler ve ‘sınırlı katılımlı’ törenlerle geçiştirmeye çalıştılar. CHP’li yerel yönetimler ise, kitlesel fener alayları, konserler düzenleyerek, halkın coşkusuna ortak oldular. Atatürk’ün “Cumhuriyet’in temeli kültürdür” sözü rastgele söylenmiş bir söz değildi elbette. Bu ülkenin kültürel değerlerine olduğu kadar evrensel kültürün değerlerine de aşina bir devlet adamının sözleriydi bunlar. Yeni bir toplum yaratma ülküsüyle yola çıkmıştı Atatürk ve yanındaki aydınlar. Bu toplumun bireylerinin ‘kul’ değil, özgür yurttaşlar olmasını istiyor ve bunun yolunun kültürden, sanattan geçtiğine inanıyorlardı.

Dünkü gazetelerde yayımlanan en anlamlı kutlama mesajlarının sanatçılara ait olması boşuna değildi. Değerli müzisyen ve müzik aktivisti Cihat Aşkın “Yüzyıldaki en büyük kazanımlarımızı sorarsanız kültür alanında yapılan atılımdır derim. Çünkü Cumhuriyet’in temeli kültürdür. Kültür olmadan kimlik, kimlik olmadan da bağımsızlık olmaz” diyerek çok önemli bir noktaya dikkat çekiyordu. Cumhuriyet sözcüğünü demokratiklik ve çoğulculuk kavramlarından soyutladığınızda geriye kalan Cumhuriyet, ne bize ne de bu Cumhuriyet’i kuran kadrolara yakışmaz.

Adı cumhuriyet olan nice ‘tek adam’ ve ‘tek inanç’ rejimi var günümüzde. Tarihin zorlu dönemlerinde, iktidarı saltanat sahiplerinden alıp halka devreden, bir cumhuriyet inşa eden devrimci yönetimlerin bu türden bir yönetime mecbur kalması anlaşılabilir, ama 21’inci yüzyılda toplumları ‘tekçi’ bir anlayışla yöneten rejimler affedilemez. Tek adam rejimlerinin, kendisine biat etmeyenleri, kendi kimliklerini savunmaya çalışanları ne tür davranışlara maruz bıraktıklarını biliyoruz. Pek çok örneği var günümüzde.

KAZANIMLARIMIZ

Cumhuriyet’in toplumumuza neler kazandırdığını anımsayalım. En başta ülkenin bağımsızlığı. Yalnızca siyasal değil, ekonomik bağımsızlığı. Sonra, dilimizin başka dillerin sultasından kurtulup, kendi kimliğini kazanması, laiklik ilkesinin benimsenmesiyle dinin siyasete alet edilmesinin önüne geçilmesi, kadının tutsaklıktan kurtulup, tüm yurttaşlık haklarını kazanması, insanların kul olmaktan çıkıp özgür yurttaşlar olmasını sağlayacak çağdaş bir eğitim ve kültür politikası ve bu politikanın gereği olarak yaratılan kurumlar: Halkevleri, Köy Enstitüleri, Devlet Konservatuvarı, Devlet Tiyatroları, Devlet Opera ve Balesi, Dil ve Tarih Kurumları, vb… Elbette, 1930’larda Avrupa’yı etkisi altına alan milliyetçi/şoven akımların etkisinden uzak kalınamamıştı bu kurumlar hayata geçirilirken. Yeni bir ulus yaratılırken, farklı kültürel kimliklerin tek bir kültür potasında eritilmeye çalışılmasının sonuçsuz kalacağı düşünülmüyordu. Ama, sanatçılarımızın evrensel kültürle buluşması için yurtdışı eğitim programları uygulanıyor, dünya klasikleri dilimize kazandırılıyor, Avrupa’nın önemli sanatçıları (özellikle Nazi Almanyası’ndan kaçanlar) ülkemize davet edilerek, yeni kurumların sağlam bir temele oturması sağlanıyordu.

Sanatın kitleleri eğitmekte önemli bir araç olduğunun bilincindeydi Cumhuriyet’imizi kuran kadrolar. Eğitim politikamızın mimarları, Hasan Ali Yücellerin, İsmail Hakkı Tonguçların kuramla pratiği buluşturan, gençlere doğa sevgisi ve bilgisi aşılayan eğitim politikasının ana damarlarından birinin sanat olması rastlantı değildi. İyi insan ve iyi yurttaş yetiştirme hedefi ile yola çıkan bu eğitimciler, bu hedeflerine ulaşmak için sanat ve kültür derslerine ağırlık veriyordu.

EKSİKLERİMİZ

İkinci yüzyıla girerken, Cumhuriyet’imizin başardıklarının yanı sıra başaramadıkları oldu; bunu açıkça tartışabilmeli, eksiklerimizle yüzleşebilmeliyiz. Tek adam rejimi, ülkeyi bir uçurumun kenarına getirmişken, coşkulu fener alayları -güzel ama- yetmez. Cumhuriyet’imizi demokrasi ile taçlandırmak istiyorsak, bunun kültür ve sanat alanında yeni bir atılımla olabileceğinin bilincinde olmamız gerek.

“Cumhuriyet ilelebet payidar olacaktır” demek yetmez. Nasıl olacağını söylemek gerekir. 1950’den bu yana emperyalist kültürün belirlediği popülist kültür politikalarının etkisi altında kalan geleneksel/yerel kültürlerimizin, çürüyen/çürütülen eğitim ve sanat kurumlarının, ‘tek adam’ rejiminin ideolojik aygıtlarına dönüşen resmi ve yandaş iletişim kurumlarının içinde bulunduğu üzücü durumdan kurtulmaları için neler yapılması gerektiği konusunda bir politika üretmenin zamanı gelmedi mi?

Türkiye Cumhuriyeti’nin bir din devletine dönüştürülmesine ramak kaldı. Eski bir kültür bakanı ve iktidar partisinin sözcüsü, Türkçenin bir düşünce dili olmadığını söylerken, bunu telin etmek yetmez. Devlet Başkanı, kadının asal görevinin çocuk doğurup, çocuk bakmak olduğunu söylerken, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesi Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bütçesinin dört katına çıkarken, muhalif medya mensupları ters kelepçeyle gözaltına alınırken heyecanlı nutuklar atmak yetmez. Sizin nasıl bir kültür politikası uygulayacağınızı merak ediyoruz.

Kültür Bakanlığı’nı Turizmden ayırmakta kararlısınız. Güzel ama yetmez. Bu bakanlığa atama yaparken, sanatla ilgisini, bilgisini göz önüne alacak mısınız? Yeni parlamentoda bir iki popüler sanatçıya yer vererek bu açığı kapatabileceğinizi mi düşünüyorsunuz? Yeni bir kültür politikasının taşlarını döşeme kararlılığınız var mı? Varsa, hâlâ ne bekliyorsunuz? Altılı-yedili masalarda her alanda komisyonlar kurup, neler yapacağınızı tartışırken, kültür-sanat alanlarında bir çalışma yapmak neden aklınızdan geçmez?

Neoliberal politikaların iyiden iyiye egemen olduğu, kamu sanat kurumlarının güçsüzleştirildiği, açık ve gizli sansürlerle sanatsal ifadenin çeşitliliğinin engellendiği bir toplumu yönetme iddiasıyla ortaya çıkan siyasi partilerin maliye, ekonomi, dış politika gibi alanlarda ortaklaşacakları politikaları açıklamalarını beklerken, kültür ve sanat alanlarında nasıl bir politika uygulayacaklarını da merak ediyoruz. Özgürlük vaatleri güzel ama yetmez. Sanat kurumlarının özerkliği konusunda ne düşündüklerini öğrenmek istiyoruz mesela… Öncelikle, kültür ve sanat alanının diğer alanlar kadar önemli olduğunun kabullenilmesi gerekiyor. Cumhuriyetimizin temeli kültür değil miydi?