Sosyalistlerin bazı liberaller gibi Biden’ı insan hakları, demokrasi havarisi görme yanılgısına düşmeyeceklerini varsayabiliriz. Gelgelelim Çin’e ilişkin değerlendirmeler üzerinde biraz daha düşünmemiz, tartışmamız, gelişmeleri izlememiz hayırlı olacaktır.

Yeni dünya düzeni

George Biden yoksul kesimlere 1.9 trilyon dolarlık nakdi ücret desteği öngören harcama paketinden sonra, geçen hafta da 2 trilyon dolarlık altyapı yatırım planını açıkladı. 10 yıla yayılacak ekonomiyi canlandırmayı amaçlayan bu hamlenin büyük ölçüde sermaye kesiminden toplanacak vergilerle finanse edileceği ilan edildi.

ABD’nin 2. Dünya Savaşı sonrasını andıran Keynesyen bir yönelim içerisine girdiği pekala söylenebilir. Buradan Demokrat Parti yönetiminde Washington’un daha ılımlı bir dış politika izleyeceği anlamı çıkmaz. Tam aksine ülke içinde rızayı sağladıktan sonra, uluslararası arenada daha saldırgan emperyalist hamleler içine girilmesi tehlikesi var. Belki de bu duruma en iyi örnek, kitlesel üretimin arttığı, hemen hemen tam istihdama ulaşıldığı, geniş kitlelerin yaşam standartlarının yükseldiği bir dönemdeki Kore Savaşı’dır…

OTOKRASİLER İTTİFAKI MI?

Hatırlanırsa Yeni Dünya Düzeni ifadesi ilk kez George Bush döneminde 1991’de 1.Körfez Savaşı sırasında kullanılmıştı. Çünkü Soğuk Savaş sona ermiş, Sovyetler Birliği dağılma sürecine girmiş, ABD bir anlamda küresel hegemonyasını iyice pekiştirmişti. İşte aynı kavram geçtiğimiz hafta New York Times (NYT) gazetesi tarafından bir kez daha gündeme getirildi. Ancak bu kez Çin’in bir otokrasiler ittifakı kurarak Yeni Dünya Düzeni’ne liderlik edeceği iddiasıyla…(Steven Lee Myers, An Alliance of Autocracies? China Wants to Lead a New World Order-29 Mart 2021). NYT’nin Demokrat Parti destekçisi, Amerika’nın en etkili yayın organlarından biri olduğu düşünülürse, bu makalede dile getirilen görüşlerin Biden’ın dış politika stratejisinde etkili bir rol oynayacağı söylenebilir.

Hatırlanırsa, 19 Mart 2021 tarihinde ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken ile Çin’in en kıdemli dış politika sorumlusu Yang Jiechi başkanlığındaki heyetler bir araya gelmişti. Blinken’in bodoslama Uygurlar, Tayvan ve Hong Kong konularında Çin’i suçlayan giriş konuşmasına, Yang Jiechi ABD’de siyahların boğazlandığını söyleyerek cevap verince, görüşme hiçbir ilerleme sağlanamadan sona erdi. Her iki taraf da kurallara bağlı bir uluslararası düzenden yana olduklarını ifade ettiler.

ÇİN DIŞİŞLERİ BAKANI’NIN AVRASYA GEZİSİ

Alaska fiyaskosunun ardından Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi, önce Rusya’ya sonrasında İran, Suudi Arabistan ve Türkiye’ye ziyaretler düzenledi. Bu konuda Ankara’nın suskun kaldığı, Biden yönetimine yanaşma çabası sürerken net bir açıklama yapmaktan kaçındığı gözlendi. İran’la 400 milyar doları bulan stratejik bir yatırım anlaşması imzalandığı haberi Batı basınında yer aldı.

NYT işte bu gelişmelerin ardından, Çin’in demokrasi, insan hakları ve kanun üstünlüğü ilkelerine dayanan ABD liderliğindeki uluslararası düzene meydan okuduğu iddiasını ortaya attı. Gerçekten de Çin’in, Biden’ın Putin için “katil” ifadesini kullanmasının ardından Rusya ile daha da yakınlaştığı gözleniyor. Ortadoğu gezisinin de bu anlamda ittifaklarını sağlamlaştırmayı amaçladığı ortada. Avrupa Birliği ile yakında fikir birliğine varılan, Avrupa Parlamentosu’nun onayına kalan ticaret ve yatırım anlaşması da Pekin’in elini güçlendirdi.

Biden’ın, Trump’ın aksine uluslararası kurumları daha etkin kılarak diplomasi yürütme stratejisinin önündeki en büyük engel de Çin’in bu zeminlerdeki ağırlığının artmış olması. “Beijing Uzlaşması” adı verilen ülkelerin iç işlerine karışmama tavrı sayesinde Xi Jinping döneminde BM’de Çin’in etkisi daha belirgin hissediliyor. Dış ticarette rekabet gücüne güvenen Çin Dünya Ticaret Örgütü’nün işler hale gelmesini savunan ülkelerin başında geliyor. Dünya Sağlık Örgütü gibi BM kurumlarına giderek nüfuz ediyor.

BIDEN’IN DİPLOMATİK ATAĞI

Biden ilk diplomatik başarısını Uygur Türklerinin yaşadığı Sincan bölgesindeki insan hakları ihlallerine karşı Kanada, Britanya ve AB ile ortak yaptırımlar uygulama konusunda anlaşarak elde etti. Ne var ki, bu yaptırımlar kişilere yönelik olduğu için şimdilik ticaret ve yatırımları etkilemiyor. Biden bir şekilde “demokrasiler ittifakını” bu Batılı güçlerle gerçekleştirebilir. Ancak Çin’in yükselişini durdurmak için daha fazla gereksinim duyduğu, Güney Kore, Japonya, Tayvan, Singapur, Vietnam, Hindistan hükümetleriyle ittifakını güçlendirmek.

Bu Asya ülkelerinin Çin ile tarihsel sorunları bulunuşu, Pekin’in hegemonyasını kurmasından endişe duymaları Biden’ın avantajı. Gelgelelim Soğuk Savaş döneminde ABD’nin Sovyetler Birliği’ne karşı Avrupa merkezli bir blok oluşturması örneği ile karşılaştırılırsa, Biden’ı iki sorun bekliyor.

Birincisi, Avrupa ülkelerinin liberal demokrasi ilkelerini benimsemek konusunda bir tereddütleri bulunmuyordu. Şimdi Hindistan, Tayvan benzeri otoriter rejimlerle kurulacak bir “demokrasi ittifakının” iç tutarlılığı her fırsatta sorgulanabilir.

İkincisi, Soğuk Savaş döneminde birbirinden neredeyse tamamen yalıtılmış iki ekonomik blok söz konusuydu. Sovyetler Birliği’nin gücü de esas itibarıyla askeri teknolojisinden kaynaklanıyordu. Halbuki Çin kapitalist küreselleşmenin kuralları çerçevesinde ekonomisini güçlendirmiş, yukarıda sayılan Asya ülkeleriyle kopuşu karşılıklı göze alamayacakları derin ekonomik bağlara sahip bir ülke. Kasım 2020’de Çin öncülüğünde 15 Asya-Pasifik ülkesinin imzaladığı Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık (Regional Comprehensive Economiç Partnership) Anlaşması 2.2 milyarlık nüfusa sahip bir bölgede dünyanın en büyük serbest ticaret bölgesini oluşturdu.

TARİHSEL ANLAMDA HEGEMONYA MÜCADELESİ

Tarihsel olarak dünya hegemonyası mücadelesinde eski hegemon, yeninin kurallara uyum sağlamasını talep ederken, yeni ise kendi kurallarını koymayı, sistemini kurmayı zorlar, çatışma buradan kaynaklanırdı. Çin ise ABD’yi kendi oyunuyla, serbest ticaret, serbest sermaye akımları koşulları geçerliyken kündeye getirmiş bulunuyor.

Böyle durumlarda ciddi çatışmalara girilmesi (1. ve 2. Dünya Savaşlarında yükselen Almanya ve Japonya’nın yenilgiye uğratılması), birbirinden yalıtılmış ayrı etkinlik alanları kurulması (Soğuk Savaş) ve pazarlık-uzlaşma-gerginlikler çerçevesinde salınan karşılıklı bağımlılık (şu ana kadar ABD ile Çin arasında yaşanana benzer) gibi üç durum ortaya çıkabilir. Ancak ABD’nin ekonomik anlamda irtifa kaybetmesi, Çin’in Kuşak ve Yol Projesi gibi büyük yatırımlara girişmesi, Asya Altyapı Yatırım Bankası gibi kurumsal yapılar oluşturması, yani mevcut model içerisinde Çin’in güçlenişi Biden yönetimini kaygılandırıyor. Alaska görüşmesi sonrası Çin ve Rusya’nın doların hegemonyasını geriletmek için yeni arayışlara girmesi de gerginliği tırmandırıyor.

RODRİK VE WALT MODELİ

Amerika’da ABD’nin 2.Dünya Savaşı sonrasında kesinleşen mutlak hegemonyasının eskisi gibi süremeyeceğini gören, yeni bir dengeyle küresel düzenin devamını öneren bazı sistem içi bazı “akil kimseler” de çıkıyor. İşte Harvard Kennedy School’dan Türkiyeli sosyal bilimci Dani Rodrik ve Stephen Walt’ın Yeni Küresel Düzen (Rodrik D, Walt S. How to Construct a New Global Order, March 2021) tasarımı da bunlardan biri. Çinli telekom şirketi Huawei ve İran vakaları üzerinden iki örnek olayla somutlanan bu ayrıntılı çalışmada Yeni Küresel Düzenin şu 4 normatif amaca odaklanması gerektiği ifade ediliyor:

1-İnsan varlığını sürdürmenin koşullarının korunması. Bu kapsamda iklim değişikliği konusunun ele alınması yanında suya erişim ve insanlığı pandemilere karşı koruma konuları üzerinde duruluyor.

2-Savaş riskinin minimize edilmesi. Tarihçi Graham Allison’un Atina ve Sparta örneğinden hareketle gündeme getirdiği iki büyük güç arasında çatışmanın kaçınılmazlığı anlamındaki “Tukidides tuzağından” kurtulmak için ABD ve müttefiklerinin Çin’in belli alanlardaki güç ve etkisi yanında, temelden farklı politik-ekonomik rejimini kabullenmeleri gerekiyor. Koşullar Çin’in de büyük gücünü başka ülkeleri fazla tedirgin etmeyecek, küresel bir muhalefeti tetiklemeyecek şekilde seferber etmesini zorunlu kılıyor.

3-Malların, sermayenin, bilginin ve insanların dolaşımının yönetilmesi. Yakın zamana kadar hükmünü sürdüren “hiper küreselleşmenin” yıkıcı etkileri en aza indirilirken yüksek bir uluslararası açıklık düzeyinin devamına gayret gösterilmesi tavsiye ediliyor.

4-İnsan haklarına saygı gösterilmesi. Bir yandan temel insan hakları savunulurken, baskıcı rejimlerin doğrudan devamına katkıda bulunan eylemlerle ve işbirliğini tamamen göz ardı etmeyen davranışların dengelenmesi. Örnek olarak, ABD ; Çin, Rusya, Myanmar ve Suudi Arabistan’a silah veya keşif yazılımı vermeyi reddederken, soya fasulyesi veya ticari uçak satabilir deniyor.

ÇİN EMPERYALİST Mİ?

Sosyalistlerin bazı liberaller gibi Biden’ı insan hakları, demokrasi havarisi görme yanılgısına düşmeyeceklerini varsayabiliriz. Gelgelelim Çin’e ilişkin değerlendirmeler üzerinde biraz daha düşünmemiz, tartışmamız, gelişmeleri izlememiz hayırlı olur görüşündeyim. Kendi adıma, belli bir ekonomik güce eriştiği için bazı Marksist çevrelerde Çin’in kestirmeden emperyalist ilan edilmesini de anlamıyorum. Monthly Review Dergisinin Mart 2021 sayısındaki, doğrudan sermaye ihracının dünya ortalaması Gayri Safi Milli Hasılatının yüzde 6’sı iken Çin’inkinin yüzde 1.9’u ile sınırlı olmasından hareketle emperyalizm tartışmasının dışında bırakılmasını da açıklamakta zorlanıyorum (Zhun Xu The Ideology of Late Imperialism). Önümüzdeki dönemlerde bu konuyu tekrar tekrar tartışmak üzere, Çin devriminin liderlerinden Çu En Lay’ın Fransız Devrimine ilişkin “değerlendirme yapmak için henüz erken” sözünü hatırlatıyorum.