Yeni dünya düzeni ve tiyatro

Prof. Dr. Hülya NUTKU

“Yaşadıklarınızın ustası,
yaşamakta olduklarınızın kalfası,
yaşayacaklarınızın çırağısınız”


2000 yılına yeni bir yüzyıla girişimizi, Millenium’u karşılamanın sevincini yaşadığımız sürecin üzerinden 20 yıl geçti. Yeni yüzyıla girerken dünya, tüm teknolojik gelişmelere karşın nükleer santraller, HES projeleri, G5 baz istasyonları, buzulların erimesi, ozon tabakasının yırtılması, art arda gelen doğal afetler, seller, depremler, ormanların yok edilmesi sonucu ekolojik dengenin bozulmasına karşın, 21.yüzyılın dünyayı korumaya çalışan bir bilinçle insanoğlu, küreselleşmenin getirdiği bütün sorunlara göğüs geren bilincin uyandırıldığı, daha dingin geçirilecek bir yüzyıl olacağını ummaktaydı.

Belki de bu yüzyıl Oxford sözlüğünün seçtiği Post truth (gerçek ötesi) sözcüğüyle gerçek ve sanal olanın, bilinmez olanın içine doğru itilmekteydi. Tiyatro sanatı da bu gelişmelerden gerek yazım aşamasında gerekse uygulamada kendine düşeni almış. Sahnede teknolojik olanın ön plana çıktığı, performansın önem kazandığı, oyuncunun hünerine değer verildiği bir alana yönelmekteydi. 20.yüzyıl tiyatroda yönetmenin ön plana çıktığı bir yüzyılken, tiyatro 21. yüzyılda dramaturga önemli bir görev yüklüyordu.

Çünkü bu yüzyıl yorumlanmayı bekleyen, anlatılacak hikâyesi olan tiyatroların ne anlatıldığından çok nasıl anlatıldığının, nasıl yorumlandığının önem kazandığı bir sürece girdi. Klasiklerin bile değişik yorumları konuşulur oldu.

Yaşadığımız hız çağı ve ivme kazanan zaman kavramı bu süreçte ütopyaların yerini alan distopyalarla anlam kazandırılmaya çalışıldı. Kimi kurgusal anlatılar, bilim kurgu filmleri, bu filmleri aratmayacak 11 Eylül saldırısı, soğuk savaş tehdidi, terörün tırmanışa geçmesi, göçlerin artışı, milliyetçilik ve ırkçılığın tırmanışa geçmesi bu yüzyılın insanlığının karşısına dev sorunlar getirirken, patlak veren covid 19 salgını tümüyle işin tuzu biberi oldu.

Bizler daha henüz bu yüzyılda sanatın insanlığın hizmetinde olduğunu tartışırken, sanatın dünyayı bekleyen tehlikelere karşın iyi birey, iyi vatandaş olmanın sunulan estetik bir dünya ile çare olacağını tartışırken, değişen dünyaya ve değerlere göre eğitim, kültür, sağlık sorunları tartışılırken yaşanan pandemi süreci dünyanın yükünü ağırlaştırdı. Sonuçta kendimizi yeniden var etme gereksinimi duyduğumuz ya da başka bir deyişle hayatta kalmamız gereken bir sürece girdik.

Salgının en büyük darbesi görsel sanatlara, daha doğrusu sahne alan sanatçılara oldu. Eğlence sektörü, konserler, tiyatrolar, sinema salonları boşaldı. Bireysel sanat icra edenler ressam, heykeltıraş, yazar, seramik, çini, dokuma, modacılar, fotoğrafçılar belki kendi koşullarını şöyle ya da böyle yaratsalar da tiyatrocular mesafeyi korumada, bulaş riskinin önemini bilerek, bu virüsün acımazca insanlığı tehdit etmesi sonucunda sahnelerini kapattılar. Hakikat ile siyaset arasındaki aldatıcı ortam, ekonominin aldığı darbe, yalanların siyasi çekişmelerle beslenmesi, manipüle edilen yapay gerçekler insanlığın sorunu iken sanat Max Reinhardt’ın da dediği gibi hiçbir zaman “Gerçeği gizleyen örtüleri kaldırma” görevini bırakmadı. Ama ne yazık ki tiyatrolar kapandı, tiyatrocular yalnız bırakıldı. Oysa insan faktörü hele hele sanatçılar bu toplumun doğrularını dile getiren geleceğin yapımcıları iken unutuldular.

Bu süreçten geçerken dikkat edilmesi gereken nokta bilimin-sanatın insanlığın hizmetinde olduğu gerçeğini kabul etmemiz gerektiğidir. Aksi takdirde bu hizmeti yönetici erk kendi dünyasına çekmeye çalışırsa o zaman ortaya otokratik bir rejim egemen olur.

Pandemi sürecinin sonunda, insanlar arasında tecrit psikolojisi mi gelişecek, yalnızlık duygusunu insanoğlu nasıl yenecek, depresyon ve anksiyete geliştirmeden bu süreçten insanlık nasıl çıkacak? Tarihsel bir kırılma sürecinden geçiyoruz, bu süreci yani insanlığın tarihini, yaratıcı olanlar yazacak. Bir şeyleri kaybederken neleri kazandığımızın hesabını doğru yapmak gerekir öte yandan da insanın uyum sağlayan bir varlık olmasına rağmen uyum sağlayamadığı tek gerçek ise belirsizliktir. İşte bu noktada sanata ve sanatçıya sahip çıkılması bir süreçten geçildiği de gerçektir. Birçok tiyatro, müzik yapanlar yardım beklemektedir.

Ancak inanıyorum ki tiyatronun geri gelişi muhteşem olacak, korona süreci atlatıldığında sarılmanın, dokunmanın anlamını daha derinden yaşayacağız. Özgürleşeceğiz, kaldığımız yerden birbirimizi keşfederek devam edeceğiz.

Toplum içinde yaşadığımızın farkına varacak, empati kurmanın değerini anlayacağız. En önemlisi yaşam sanatının muazzam bir şey olduğunun bilincine vararak… İyileşip bir araya geleceğiz. Bu süreçte yitirdiğimiz insanları, sağlık çalışanlarının özverisini ve kayıplarını düşünüp sevgiyle anacağız.

Kültür Bakanlığı Devlet tiyatrolarını sahnelerini pandemi döneminde kapatmamış olması, çok değerli bir sanatçıyı kaybetmemize neden oldu. Ben genel müdür olsam kanser tedavisi görmüş, geçirdiği kaza nedeniyle ameliyat olup baston kullanan bir pırlanta tasarımcıya İzmir’e gidip 55 gün prova yapmasına izin vermezdim. Tasarımını gerçekleştirmek üzere projesini yollar ve realize edilmesini böylece gerçekleştirmesini sağlamak gerekirdi. Böyle sanatçılarımıza gözümüz gibi bakmalıyız. Ali Cem Köroğlu Türk tiyatrosunun yeri doldurulamayacak büyük kaybıdır.

Siyasi anlamda hükümetlerin şiddet ve dayatmaya dayanan otoriter bir yapıya bürünme tehlikesine karşın örgütlenen tiyatrocuların daha iyi bir dünya kurmanın çabasına gireceklerine inancım tamdır. Çünkü bu süreçte “öğrenilmiş çaresizliğimizin” farkında, “psikolojik olgunluğumuzun” ayırdındayız. Tiyatroda doğaya merhametle yaklaşan, kazan- tüket israfını boşa çaba olarak gören, insanlığın hizmetinde olanların farkındalığıyla, insani değerleri hisseden, paylaşımcılık ve demokrasinin değerini içselleştiren, sadeliğin ve minimalist akımların değer kazandığı bir sürece doğru evrilmekteyiz.

Ancak birkaç noktaya değinmeden geçemem 1-Devlet sanatçıların elinden tutmalı, salonların kira bedelleri yüzünden kapanmasını engellemelidir, örneğin nasıl İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kenter Sahnesi’ni alıp Şehir Tiyatrolarına armağan ettiyse AST’ın salonuna da kilit vurulmamalıdır. Tüm sahneler için bu önerim geçerli… İzmir’de iş adamları depremden zarar gördüğü için boşalan Terminal’e, salonunu kapatmamak için direten Tiyatro Salt’ın, Tiyatrohane’nin ve diğer mekân sahiplerinin kira giderlerine destek olmalıdır. Çocuk tiyatrosu, kukla tiyatrosu yapanlar, müzisyenler desteklenmeli çünkü ilerleyen süreçte onları yaşatmalıyız ki sanat yaşasın, dolayısıyla hayat anlam kazansın. 2- Şehir Tiyatrolarını kurma aşamasında olan İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin bu zor süreçte Bıçakcı Han’ı ve Yıldız Sineması’nı restore etme aşamasında kente sadece gökdelen yapmak için değil, sanata destek vermekle yükümlü olması gereken müteahhit firmaların destek vermesi gerekir. Bu sürecin yarına hazırlık olması gerektiğini düşünüyorum.

Son cümle olarak Tiyatro Salt’ın kurucusu Alev Koçer’in “Kendi normallerimize geri döndüğümüz, içimizdeki iyi insan orada mı diye kontrol edebilmemiz için sizlerin desteğine ihtiyacımız var” diyen mesajı aslında sanat adına verilmiş en güzel empati kurmamızı sağlayan mesajlardan biridir.