Yeni dünya düzeni bu; doğruluk, adalet ve özgürlük önemsenmiyor, tek mukaddes değer ‘güç’. Suriye’yi kaderine terk eden dünya, şimdi Suriye ekseninde yeniden şekillenecek

Yeni dünyanın habercisi Suriye

MUHAMMAD IDREES AHMAD

OrtaDoğu’da son bir haftada yaşanan değişim, son sekiz senede yaşananları gölgede bırakacak türden. Ahlaki ve siyasi bir felakete tanıklık ediyoruz. Yaşananları öngörmek ve önlemek ise gayet mümkündü.

Türkiye Suriye’ye operasyon düzenlemeden beş hafta önceydi, Suriye ve Rusya güçleri İdlib’e saldıralı ise beş ay olmuştu; liderler Fransa’da yapılan G7 zirvezinde bir araya gelmişti. Kimse Suriye’den söz etmedi. Küresel güvenlik tartışmaları terörizm başlığı altında ele alındı. Batılı liderler Suriye’de son zamanlarda hayatını kaybeden 900 sivili, evini terk etmek zorunda kalan 576 bin Suriye’li umursamıyor gibiydi.

Şam güçleri kuzeye ilerlerken, Rus jetleri tepelerinde gezerken İdlib halkının kaçabileceği tek bir istikamet vardı. Türkiye sınırında toplandılar ve giriş yapmak istediler. Fakat Türkiye hâlihazırda 3,6 milyon Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapıyor ve artık eskisi kadar misafirperver değil. Ekonomi kötüye giderken ve siyasi memnuniyetsizlik artarken, iktidar partisi yabancı düşmanlığında diğer partilerle yarışıyor.

İç siyasetteki baskıları hisseden, yeni bir mülteci akını riskiyle karşı karşıya kalan ve batının kayıtsızlığını gören Türkiye düğmeye bastı. Planın ahlaki açmazları gün gibi ortadaydı (mültecileri ülkelerine geri göndermek uluslararası hukuka aykırı) ve stratejik açmazların gün yüzüne çıkması da uzun sürmedi. Operasyonun kazanımları kısıtlı olduğu gibi, olumsuz etkileri de büyük oldu.

OPERASYONUN KAZANANI RUSYA

ABD korumasından yoksun kalan Suriye Demokratik Güçleri (SDG) Türkiye’nin modern ordusuna karşı durmakta zorlandı ve çareyi yüzlerini Esad’a çevirmekte buldu. Fakat bunun bedeli ağır oldu: SDG, kontrolündeki bölgeyi ve bağımsızlığını tamamıyla Esad’a teslim etmeyi kabul etti. Asıl kazanan ise Rusya oldu.
Krizin başından beri Batı, Suriyelilerin çektiği acılara karşı duyarsız kaldı. 2014 yılında nihayet harekete geçtiğinde ise bunu ‘terörle mücadele’ başlığı altında yaptı. Suriye küresel ‘Terörizmle Savaş’ sürecinde yeni bir cephe haline geldi.

Fakat sahaya inmek istemeyen ABD, kendine savaşacak yerel vekiller aramaya koyuldu, IŞİD ile savaşacak herkese silah ve eğitim vermeye hazırdı.
2014 başında Suriyeli isyancılarla yapılan ittifak IŞİD’i Halep ve İdlib’den temizlemişti fakat kurbanların çoğu Suriyeli olduğundan Obama o dönem IŞİD’i ‘ayak takımı’ olarak görüyordu.

Daha sonra IŞİD Musul’u ele geçirip doğrudan ABD çıkarlarını tehdit eder noktaya geldi. ABD yönetimi de doğrudan IŞİD’e yoğunlaşacak bir kuvvet aramaya koyuldu. Fakat bunun için, bulunacak müttefiklerin Esad güçlerine karşı mücadeleyi geri plana atması gerekiyordu. Dolayısıyla, halkları öncelikle rejim güçlerinden mustarip Arap isyancılar denklem dışında kaldı.
Kürtler ise IŞİD tarafından kuşatılmış haldeydi. Onlar için bu, basit bir seçimdi. ABD, YPG ile ittifak kurarak Türkiye ile ilişkileri tehlikeye sokuyordu.

ABD’NİN YPG TERCİHİ

ABD’nin YPG’yi silahlandırma stratejisi örgütü ‘IŞİD ile savaşacak, fakat Türkiye’ye kafa tutamayacak kadar’ silahlandırmak üzerine kuruluydu. YPG, uzun vadede güvenliği için ABD’ye bel bağlıyordu ve hiçbir ABD hükümeti, gelecekteki hükümetin bu ittifakı nasıl göreceğini kestiremiyordu. IŞİD yenildikten sonra, dış politikada hep olduğu gibi, bu anlaşma da iç siyasetin dengelerine bağlı olacaktı.

ABD’nin yaptığı seçimin hayati önemi vardı: Türkiye’yi kızdırıyor, Suriyeli Arapları savunmasız bırakıyor, Suriyeli Kürtleri azap birlikleri gibi savaşa sürüyordu. Problemin kökenine inmiyor, semptomlara yoğunlaşıyordu. Kürtler hıncahınç savaştılar ve 11 bin can kaybettiler. Fakat ihanete uğramaları kaçınılmazdı.

Ancak şahit olduğumuz ihanet dahi tutarlı bir stratejinin parçası değildi. Erdoğan ve Trump az kazanç, çok risk içeren önemli kararlar aldılar. Trump’ın Erdoğan’a yaktığı yeşil ışık ‘taviz niteliğinde’ olacaktı fakat neticesinde ilişkiler daha da kötüye gitti. Erdoğan’ın Suriye operasyonu ‘mültecilerin geri dönüşünü’ mümkün kılacaktı fakat tam tersine Şam yönetiminin elini güçlendirdi. Bu esnada ABD’nin güvenirliği dibi gördü, Türkiye’nin batıyla ilişkileri daha da kötüleşti.

Soğuk Savaş’ın bitişini takip eden ilk 20 yılda NATO işlevsiz kalmıştı. Fakat şimdi Rusya tekrar sahneye çıkıyor ve Çin her zamankinden iddialı. Batı’nın bir ‘savunma ittifakına’ her zamankinden çok ihtiyacı var ve Batı İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana hiç olmadığı kadar bölünmüş ve zayıf.

DEĞİŞEN DÜNYA DÜZENİ

Ortadoğu’daki hakim güç artık Rusya. Otokrat yönetim anlayışı Ortadoğulu diktatörlere hitap ediyor. Ortadoğu halkları da ABD’ye inanmıyor. Batılı güçler kendilerini özgürlük ve insan hakları savunucuları olarak tanıttılar. Fakat insanlar Batı’nın bu değerlere bağlılığının Rusya’nınkinden farklı olmadığını, savundukları değerleri uygulamaya dökmediklerini gördüler.

Yaşadıklarımız kaçınılmaz değildi. ABD halen şansı varken, Esad’a daha farklı yaklaşabilirdi. ‘Dar tanımlı’ çıkarların ‘gerçekçiliği’ geniş stratejik hatalara sebep oldu. Türkiye’nin dizginlenmesi gerek fakat gereken kaldıraç ne AB’de var, ne ABD’de.

Türkiye 2015’te Rus jetinin düşürülmesi gibi önemli anlarda yalnız bırakıldı. Rusya ve rejimin İdlib ile ilerleyişine engel olmaya çalışırken de destek görmedi. Batıdan bir şey görmediği için, kaybedeceği bir şey de olmadığını düşünüyor.

Alınacak ders açık: Kısa vadeli kazanımlar için değerlerinizi bir kenara atarsanız uzun vadede geriye ne kazanımlar, ne değerler kalır.

Rusya ise kazanan tarafta çünkü ‘kenara atmakla’ suçlanabileceği bir değer benimsemedi ve yine herhangi bir değer benimsemeyen müttefikine koşulsuz destek verdi. Yeni dünya düzeni bu; doğruluk, adalet ve özgürlük önemsenmiyor, tek mukaddes değer ‘güç’. Suriye’yi kaderine terk eden dünya, şimdi Suriye ekseninde yeniden şekillenecek. Daha fazla ıstırap, daha fazla karmaşa göreceğiz.

Çeviren: Fatih Kıyman
The New Arab’dan kısaltılarak çevrilmiştir