7 Haziran seçimlerinden önce, AKP iktidarının neden devam etmesi gerektiğini anlatanlar türlü kavramları sürekli tekrar ederek destek istiyorlardı. Üst akıl, paralel yapı, büyük oyun gibi ifadeler hemen her şeyi ‘açıklamaya’ yetiyordu ama bir de büyük anlatıya ihtiyaç vardı. O da ‘Yeni Türkiye’ydi.

Yeni Türkiye ile ilgili net olan çok az şey vardı aslında. Bir kere hangi zamana tekabül ettiği tam anlaşılmıyordu: Eski Türkiye 2002 yılında AKP’nin iktidara gelmesiyle mi bitmişti, tercih maazallah 2002 öncesine dönmekle aynen devam etmek arasında mıydı, daha sonra asla soruşturulmayan 27 Nisan 2007 tarihli e-muhtıra ve ardından Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesi miydi milat, ya da 13 sene süren tek parti iktidarının ardından ancak kurtulabileceğimiz bir şey miydi eski Türkiye, öyleyse bu iktidar 13 yıl boyunca ne yapmıştı, tam anlaşılmıyordu işte.

Reyhanlı’ya, Roboski’ye, Soma’ya bakılırsa bambaşka tarifler de yapmak mümkündü ama illa bir eski Türkiye tarif edilecekse ve tarif konusunda bize de biraz esneklik tanınacaksa, eski Türkiye bir anlamda - kabaca – 90’lardı. Daha ince bir tarifle, 24 Ocak 93’te Uğur Mumcu’nun katledilmesi ile başlayıp 17 Ağustos 1999 depremi ile son bulan dönemdi belki de. Siyasi cinayetler, Madımak, Başbağlar, Eşref Bitlis’in şüpheli ölümü, Gazi Katliamı, Tansu Çiller, 28 Şubat, DEP milletvekillerinin Meclis’ten yaka paça gözaltına alınması, Erdoğan, Gökçek, Baykal ve Bahçeli’nin önemli siyasi aktörler haline gelmesi, Susurluk Skandalı ve daha neler neler.

400 milletvekilini vermediğimizin ve ‘bu işin’ huzur içinde çözülemeyeceğinin ortaya çıktığı bugünlerde anlaşıldı ki rotamız ‘yeni eski Türkiye’dir. Ve yeni eski Türkiye, Suruç’ta 31 genç kahramanın vahşice katledilmesiyle başladı. Ne olsa, neler yapılsa başlamayabilirdi, bilemeyiz. Ama bu gidişi durdurmak için hâlâ yapılabilecek birkaç şey var.

Az önce tarif ettiğimiz eski Türkiye’nin öncesinde, 1991 yılında yapılan genel seçimlere SHP ile HEP’in gerçekleştirdiği seçim ittifakı damga vurmuştu. 20’ye yakın Kürt milletvekili SHP listelerinden Meclis’e girmiş, seçim barajı o zaman da bu şekilde yıkılmıştı. 93 yılından itibaren gelişen türlü uğursuzluk ve Deniz Baykal adlı ‘politik acı’nın inadı sonucundaysa şu an CHP ve HDP olarak devam eden iki geleneğin hem tabanları ve hem de üst yönetimleri arasındaki makas yıllar içinde gitgide açılmış ve bu durum kim bilir (!) kimlerin çok işine yaramıştı...

Gezi Direnişi’yle ortaya yeni bir tablo çıktı. Bu tablo reel siyasete indirgenemeyen ama onu etkileyen bir tabloydu. Ve bu şekilde, 7 Haziran’a bir parti ‘yeni yaşam’, bir diğeri de ‘yaşanacak bir Türkiye’ sloganlarıyla girdi. Toplamda yüzde 38’in üzerinde oy aldılar. Ve bu ikisi, aralarındaki bazısı azımsanamayacak önemli farklılıklara rağmen, yeni eski Türkiye’nin ‘yok edilmesi caiz’ tüm kesimlerini temsil ediyor.

Öyle bir andayız ki, yeni yaşam, yaşanacak bir Türkiye, barış hemen şimdi, acil demokrasi, faşizme karşı omuz omuza, #direngezi ifadelerinin hepsi neredeyse aynı anlama geliyor. Daha doğrusu bu cümleler, şu anda sadece bir arada söylenince işlev kazanabilir. Söz konusu siyasi aktörlerin bunu anlaması ve birleşik bir demokratik mücadele örgütlemesi dışında bir seçeneğimiz kalmadığını düşünüyorum.