“Emperyalizm karşıtı” görünen totaliter liderleri rejimleri desteklemenin “sol değerlerle” bağdaşır yanı yoktur. Bir lider emperyalizme başkaldırıyor diye “kahraman” oluvermez

Yeni faşizm eskisinden farksız

Kenn Orphan *

Faşizm kavramını anlamak güç olabilir. Bu kelimeyi duyduğumuzda genelde aklımıza Hitler ve Mussolini gibi şahsiyetler geliyor ancak bu “dar” bakış aldatıcı olabilir çünkü faşist düşünce herhangi bir toplumda, herhangi bir ideolojide dayanak bulabilir. Çünkü faşizm başlı başına bir ideoloji değil, gerici ve insan düşmanı inançların bütünüdür. Toplumun birçok kesimi tarafından ortaya atılan bir kavram olmasına rağmen, asıl tehlike her insanın yüreğinde gizlenebilmesidir.

Faşizm göstergeleri bazılarımıza tanıdık gelecektir çünkü tarihçiler ve faşizm zulmünü yaşayanlar onu yıllardır analiz etmektedir. Bu göstergeler şöyledir; agresif yabancı düşmanlığı, şovenizm; ırksal, etnik ya da dini üstünlükçülük, devlet şiddetine destek, kadınların geleneksel rollerine destek, sansüre ve muhaliflerin susturulmasına destek, devletin geçmiş suçlarının inkarı, yerli ve yabancı diktatörlere yönelik sevgi, çoğulculuktan alenen ya da dolaylı olarak tiksinme, milli üstünlük temalı mitolojik destanlara inanç, toplumun dertlerinden sorumlu tutulan grupların canavarlaştırılması.

Faşizm genelde “sağ” olgu olarak görülür, fakat “sola meyilli” liberal Batı düzeninin de faşizme yatkın birçok etmeni olduğunu kavramak şart. Donald Trump’a olan nefretleri gerekçesiyle FBI ve benzeri çirkin devlet kurumlarını, devletin gözetleme araçlarını düşüncesizce destekleyenlerde bunu görüyoruz.

Batı’da “radikal sol” denen kesimde bazıları var ki, Amerikan emperyalizmine duydukları nefret çerçevesinde emperyalist sisteme baş kaldıran otoriter liderlere hayranlık duyuyorlar. Bunu yaparken bu rejimlerin işledikleri suçları görmezden geliyorlar. Myanmar, Suriye, Filipinler... her yer olabilir. Aşırı sağcılar bu zayıflıktan yararlanarak kimi radikal solcuları yanlarına almayı bile denemiştir. Bu yeni bir şey değil. Hitler’in kahverengi gömleklerinden günümüzün neo-Nazilerine, taktik daima “kolay hedeflere” yoğunlaşmak olmuştur. Önyargılarını, eğilimlerini ve temel korkularını besleyen bilgileri topyekûn kabul etmeye yatkın olanlara...

Burada amacım emperyalizmi savunmak ya da “yüce bir amaç için” insanlık suçu işleyen, sivilleri terörize eden milisleri kayırmak değil. Ancak “emperyalizm karşıtı” görünen totaliter liderleri ve despot rejimleri desteklemenin “sol değerlerle” bağdaşır yanı yoktur. Diğer bir deyişle, bir lider Amerikan emperyalizmine başkaldırıyor diye hemen “halkların kahramanı” oluvermez.

Bu olguyu akıllara zarar şekilde zaman zaman “solcu” olarak tasvir edilen Vladimir Putin’e istinaden de görüyoruz. Günümüz Rusya’sı bazılarımızın hayal etmekten hoşlandığı solcu ütopyası olmaktan çok uzak. Sovyetler birliği sonrası Rusya’nın siyasi iklimi Amerikalı kapitalistler tarafından acımasızca suiistimal edildi ve Washington’dakinden pek de farklı olmayan oligarşik bir düzen kurdu. Boris Yeltsin’in iktidara gelmesini destekleyen Amerikalılar mevcut jeopolitik bataklığın zeminini hazırladılar. Batı’daki yeni muhafazakar destekçilerinin gönlüne göre hareket eden Yeltsin, etnik gerilimleri körükledi ve petrol yataklarıyla dolu Çeçenistan’ı istila etti. Vahşi ve kanlı operasyonu yürütmesi için eski KGB’li Yarbay Vladimir Putin’i görevlendirmişti.

Bu esnada SSCB’nin çöküşü sonrasında oluşan siyasi kafa karışıklığı, uluslararası dalavereler, ekonomik zayıflama ve jeopolitik mağlubiyetten beslenen güçlü bir faşist dalga şekillendi. Günümüzde hala devlet baskısı şeklinde hüküm sürüyor; gericiler LGBT bireylere zulmediyor. Bu olguyu Hindistan, Orta Doğu, Avrupa dahil her yerde, Batı’nın güvenilir müttefiklerinde dahi, farklı şekillerde görüyoruz.

Hindistan’da Narendra Modi’nin yükselişi faşizmin evrenselliğini kanıtlıyor. Dünyanın en büyük demokratik ülkesi Hindutva milliyetçiliğinin yükselişine şahit oldu. Bu ideoloji Avrupa ve ABD’deki beyaz üstünlüğü ideolojisine benziyor. Dolayısıyla diğer dinlerin mensuplarına, kadınlara, yoksullara ve trans bireylere yönelik şiddet olaylarının zirve yapması kimseye şaşırtıcı gelmemeli. Faşist rejimler sık sık şiddetten beslenir ve silahlı milislere, yasadışı örgütlere içten içe göz yumarlar. Bölgesel işgaller, askeri maharet anlatılarını ön plana çıkararak bu sürece destek olur. Örneğin, Keşmir’in kanlı işgali bunu kanıtlar niteliktedir.

İsrail’de ise aşırı sağ, yıllardır ABD ve Avrupa desteğiyle süren askeri işgal ile yüreklendirilmiştir. Siyonizm günümüzde “apartheid” benzeri bir sistem yaratarak, su götürmez derecede faşist bir düzen kurmuştur. Üstelik, düzenin tek mağdurları Filistinliler de değil. Göçmen karşıtı fikirler ve ihraç politikaları destek kazanmış durumda. Diğer yandan, yaşananlarda Yahudi düşmanlığının da payı var. Faşist düşünüş hem İsrail devleti fikrini sever, hem de Yahudilerden nefret eder. Bunu sağcı Hıristiyan medyasında görmek mümkündür. “Radikal solda” ise rahatsız edici Yahudi düşmanlığı vakaları yaşanmış, bunlar Yahudi barış aktivistlerini yabancılaştırmaktan başka bir işe yaramamıştır.

Faşizmin korkutucu yükselişine dünyanın dört bir yanında şahit oluyoruz. Aslına bakarsanız, faşizmin yükselişine imkan veren koşullar yirminci yüzyıl sonu kapitalist politikalarınca yaratılmıştır; ani iklim değişikliği, emperyalist sömürü savaşları, dini ve mezhepçi aşırılıkçılar, ırkçı kolonicilik de bu yükselişi beslemiştir. Yirmi birinci yüzyılda insanlık olarak bu hayaletlerle yüzsüzeyiz; insanlık tarihi boyunca milyarca insanın gömüldüğü toplu mezarlar, toplama kampları, esir kampları... Bu tehlikeyle ilelebet savaşmamız gerektiği şüphesiz, ancak bunu yapabilmek için önce ne olduğunu ve nerede gizlendiğini anlamalıyız.

Faşizm bir akıl hastalığıdır. İçimizdeki korkuların, içinde yaşadığımız dünyanın gerçekleriyle çarpışmasıdır. İçimizdeki korkuları dünyaya yansıtır ve korkularımızı susturma dürtüsüyle davranırız. Otoriter figürleri cazip bulma sebebimiz de tam olarak budur. Hayal ürünü olsa da siyah-beyaz bir dünyanın verdiği güven, hayatın kaotik görünen gelişigüzelliğinin yerine geçer. Faşist düşünce çatısı altında tüm belirsizlikler, bağlamlar ve nüanslar kolaylıkla itelenir. “Diğerleri” günah keçisi ilan edilir, canavarlaştırılır, cezalandırılır ve ortadan kaldırılır. Empati katledilir. Kitleleşmiş faşistler için “kafa karışıklığı” bir erdemdir. Hakikat düşmandır ve alay konusu edilir, ezilir, öldürülür.

İnsanız ve içimizde aydınlık ve karanlığın yanı sıra, ikisinin arasındaki birçok tonu barındırırız. Dünyada birçok insanın zalim ve acımasız şeyler yaptığına şüphe yok. Aslına bakarsanız, zalimlerin birçoğu büyük güce sahip. Küresel düzenin, milyarca insanın acımasızca sömürülmesi üzerine kurulu olduğu; gezegenin para için sistematik bir biçimde yağmalandığı da aşikar. Baskı idaresi, aç gözlülükten besleniyor ve şiddet aracılığıyla sürdürülüyor. Ancak tüm bunları alt edip dünya ile temasa geçecek araçlara her birimiz sahibiz. Korkularımızı yenecek güce sahibiz. Ancak direnmezsek ve faşizmin palazlanmasına izin verirsek bu araçların elimizden alınacağına ve dünyanın geleceğinin çalınacağına şüphe yok.

* Counter Punch’dan çeviren Fatih KIYMAN