Kapitalizmin bir hayrını görmeyen genç kuşaklar hızla “yeni fikirlere, yeni figürlere” yöneliyor. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra doğan milenyum gençliğini “komünizm umacısıyla” korkutmak da artık para etmiyor… OcasIo-Cortez Siyaset Sahnesinde İşte ABD’de bu yeni dalganın en dikkat çeken politikacısı Alexandria Ocasio-Cortez veya kısa ifadesiyle AOC. Amerikalıların ancak John F. Kennedy (JFK), Franklin Delano Roosevelt (FDR) gibi […]

Yeni fikirler, yeni figürler

Kapitalizmin bir hayrını görmeyen genç kuşaklar hızla “yeni fikirlere, yeni figürlere” yöneliyor. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra doğan milenyum gençliğini “komünizm umacısıyla” korkutmak da artık para etmiyor…

OcasIo-Cortez Siyaset Sahnesinde

İşte ABD’de bu yeni dalganın en dikkat çeken politikacısı Alexandria Ocasio-Cortez veya kısa ifadesiyle AOC. Amerikalıların ancak John F. Kennedy (JFK), Franklin Delano Roosevelt (FDR) gibi iz bırakan liderler için kısaltmalara başvurduğunu hatırlarsak Ocasio-Cortez’in siyaset sahnesinde şimdiden ciddi yol aldığını söyleyebiliriz.

Ocasio-Cortez 29 yaşında Puerto Rico kökenli bir garson. Bernie Sanders’ın seçim kampanyasında cevval bir aktivist olarak parladıktan sonra, sürpriz bir sonuçla New York’tan temsilciler meclisine seçildi. Paranın ve gücün hükmünün sürdüğü Amerika’da sade yurtaşın temsilcisi bir ayrık otu olarak dikkat çekiyor. Örneğin Washington’a taşınma masraflarını ancak ocakta ilk maaşını aldıktan sonra karşılayabileceğini açıklıyor. Kısa sürede Donald Trump’ın ardından Twitter mesajları en çok izlenen ikinci siyasetçi haline geldi. Onu karalamak için arkadaşlarıyla mutfakta dans ederken görüntülerini yayımlayanlar aksine daha da fazla sempati toplamasını engelleyemediler.

Ocasio-Cortez kendini açıkça sosyalist olarak niteliyor ve sosyalizmin gençler arasında cazibesinin artmasına katkıda bulunuyor. En son zenginlerin gelirlerine %70 vergi uygulaması önerisiyle tartışma gündemine damgasını vurdu. Belki sınıf mücadelesinden söz etmiyor, sosyalizmden anladığı da İskandinav modelinin Amerika’ya uygulanmasından öteye gitmiyor. Ancak yine de samimi üslubuyla insanların sol fikirlerle tanışmasına, kapitalizmin barbarlıklarının teşhir edilmesine ciddi katkı sağlıyor.

Kendi partisinden Demokrat Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin önerdiği PAYGO ilkesine karşı oy kullanmaktan çekinmedi. Çünkü bu kural bütçede bir harcama kalemini artırmak için başka bir kalemden kısıntı yapma zorunluluğu gerektiriyor, sosyal programların genişletilmesini engelliyordu. Ocasio-Cortez bizim de aşina olduğumuz neoliberallerin pek sevdiği “kaynağın nerede?” sorusuyla karşılaşınca, “2 trilyon dolar vergi indirimine, Uzay Gücü’ne paramız var. Sadece eğitime, sağlığa, konut sorununa sıra gelince kaynak bulunamıyor” cevabını yapıştırmaktan çekinmiyor.

AOC’le özdeşleşen en kapsamlı fikri açılım Green New Deal (GND) adı verilen ekolojik ağırlıklı plan. GND; ABD’nin 2050’ye kadar %100 oranında yenilenebilir enerjiye geçmesini; hava kirliliğini ve sera gazı salınımını ortadan kaldırmak için kamu taşımacılığına ağırlık verilmesini; tarım sektörünün hava kirliliğine yaptığı katkının azaltılması amacıyla adımlar atılmasını; aile düzeyinde yaşanabilir ücret ödemesinin başlatılmasını; yüksek öğretimin parasız olmasını; iş kanununun emekçiler lehine revize edilmesini; yerli halkın tüm haklarının tanınmasını; herkesin yüksek nitelikli sağlık hizmetlerine, konforlu bir eve, temiz su, temiz hava ve sağlıklı gıdaya erişimini öngörüyor.

Kısaca AOC bir yandan başta gençler Amerikan halkının önüne uygulanabilir alternatifler koyuyor. Bir yandan da tüm dünyada sol fikirlerin tartışılmasına meşruiyet kazandırıyor, sosyalizmin cazibesini artırıyor.

Corbyn ve Kapsayıcı Mülkiyet Fonları

Corbyn 2015’te İngiliz İşçi Partisi’nin başına gelmesinden bu yana partinin üye sayısını 540 bine çıkardı, 2017 seçiminde oylarını %40’ın üzerine taşıdı.

Alternatif Mülkiyet Modelleri raporuyla su, enerji, demiryolları ve postada kamu mülkiyetinin tekrar tesis edileceği açıklandı. Kamu-özel işbirliği modelinin terk edileceği ilan edildi.

Gölge maliye bakanı John Mc Donnell amaçlarının eski bürokratik modele dönmek olmadığının kamu mülkiyeti altında demokratik ve katılımcı bir yapının amaçlandığının altını çiziyor. Sendikaların, yerel yönetimlerin, farklı nitelikte sosyal hareketlerin söz ve yetki sahibi olduğu bir sentez amaçlanıyor.

İşçi Partisi’nin patlattığı son öneri de 250’den fazla işçi çalıştıran tüm işletmelere uygulanacak Kapsayıcı Mülkiyet Fonları oldu. Böylelikle tüm bu nitelikteki firmaların hisselerinin %10’u fona aktarılacak. Her bir işçiye yılda 500 pounda kadar temettü dağıtılırken geri kalanı “sosyal temettü” kapsamında kamu hizmetleri ve eşitsizliklerin azaltılması için seferber edilecek. Zamanla programın kapsama alanı 100’ün üzerinde işçi çalıştıracak işletmelere kadar genişletilecek. Teknik ayrıntılar tartışılabilir, mülkiyet fonlarının çok da radikal bir proje olmadığı öne sürülebilir ; ancak Tony Blair’in “Üçüncü Yol” anlayışından sonra İşçi partisinin yaratıcı sol arayışlara yönelmesi küçümsenemez.

Preston Modeli

31 Mart yerel seçimlerinde son düzlüğe girilmişken İşçi Partili Preston Belediye Başkanı Matthew Brown’ın icraatına bir göz atmak öğretici olabilir. Doğru, Ovacık modeli kendi ölçüleri içerisinde çok önemli ve başarılı bir yerel örnek. Ancak küçük ölçekli ve bölgenin yapısı gereği tarıma dayalı bir uygulama. O nedenle Beyoğlu, Hopa gibi kentler açısından Preston gibi orta ölçekli örnekleri incelemek de anlamlı.

Lancashire bölgesindeki Preston, Brown’dan önce tüm kaderini dev bir alışveriş merkezinin kentte kurulmasına bağlamış. Ekonomik krizle proje çökmüş, arkada büyük bir borç bırakarak mağaza zincirleri kenti bir bir terk etmiş. Brown’la birlikte “yeni belediyecilik” sloganı altında tamamen yerelliğe dönülmüş. Belediye tüm hizmetleri yerel işletmelerden almaya öncelik vermiş. İşçi mülkiyetindeki kooperatifler teşvik edilmiş, çalışanlara “ yaşanabilecek ücret” ödemesi başlatılmış, belediye kara yönelik olmayan bir enerji firması kurmuş, yerel firmaların fonlanması için bir finans kurumunun açılmasına ön ayak olmuş.

Umutsuz bir “vakadan”, tüm Britanya’da konuşulan bir “sosyal ekonomi” uygulaması başlatılmış. Sosyal ekonomi anlayışıyla belediye ihalelerinde Preston’un payı %5’ten %18’e, Lancashire’ın payı ise %39’dan %78’e yükseltilerek bir “yerel kalkınma” hikayesi yaratılmış. Central Lancashire Üniversitesi de bu sürece katkıda bulunmuş.

Yerel Ekonomik Stratejiler Merkezi başkanı Neil McInroy, Ada Colau’nun yönettiği Barcelona’dan esinlenerek, politikanın tapınaklarda değil agoralarda yani açık alanlarda yapılmasına inandıklarını, belediye binasının dışına taştıklarını söylüyor. Preston örneği son tahlilde fazla yerelci, korumacı bulunabilir, bu yönleriyle eleştirilebilir. Ancak en azından üzerinde düşünmeyi hak eden bir “örnek olayla” karşı karşıya bulunduğumuz ortada.

Sistemin Sözcüleri de İşin Farkında

Kapitalist küreselleşme o kadar vahim bir gelir ve servet dağılımı adaletsizliği yarattı ki, artık sistemin “akil” sözcüleri de bu gerçeği kabul ediyor. Düzenin bir “sosyal patlamaya” yol açmadan kendini reforme etmesi için öneriler geliştiriyor.

Financial Times gazetesinin baş ekonomik yorumcusu Martin Wolf, 8 Mart tarihli yazısında yatırımı özendirmek, finansal madrabazlıkların önünü kesmek, emeğe yönelik vergileri azaltmak gerektiğini vurguladı. Faizin değil artık yatırım ve emek maliyetlerinin vergiden düşülmesi gerektiği fikrini ortaya attı. Bunun kapitalizmin mantığı açısından gerçekten radikal bir öneri olduğu açık.

IMF Genel Direktörü Christine Lagarde ise Financial Times’taki 11 Mart tarihli yazısında uluslararası vergi sisteminin acilen gözden geçirilmesi zorunluluğu üzerinde duruyor. Mevcut düzenin çok uluslu dev şirketlerin avantajına, yoksul ülkelerin aleyhine çalıştığını itiraf ediyor.

Tüm bunlar artık solun, sosyalizmin zamanının geldiğinin, neoliberal kapitalizmin hegemonyasını yitirdiğinin, inandırıcılığını kaybettiğinin alametleri. Gerçek bir değişimin düzenin sözcülerinin telkinleriyle değil; ancak ezilenlerin, emekçilerin, sade yurttaşların yani “sahici öznelerin” mücadeleleriyle geleceğini biliyoruz.

Özetle tüm “objektif koşullar” olgunlaştı, artık sıra bizlerde…