Yeni bir tür egemenlik ve paylaşım savaşlarının arifesindeyiz. Tıpkı yirminci yüzyılın ilk yarısında olduğu gibi. Emperyalist-kapitalist düzen, içine düştüğü çok yönlü tıkanıklığı yeni savaşlar, çatışmalar ve krizler imal ederek aşmanın arayışında. Ortadoğu’dan Uzakdoğu’ya, Latin Amerika’dan Orta Asya’ya, Afrika’dan Güney Çin Denizi’ne uzanan hattaki gerilim ve çatışmalar bu tıkanıklığın açık bir yansıması.

Emperyalist hegemonya/paylaşım çatışmasının kendisini en sıcak şekilde hissettirdiği iki havza var: Ortadoğu ve Güney Çin Denizi. Ortadoğu’yu kapsayan ön Asya’da da Uzak Doğu’yu çevreleyen Asya-Pasifik hattında da biriken enerji emperyalist kışkırtmalarla her an bölgesel çatışmalara dönüşebilecek durumda. Emperyalist saldırganlığın suları ısıttığı Asya Pasifik’te de Fars/Basra Körfezi’nde de imal edilen krizler üzerinden kurulmaya çalışılan yeni denklem yeni çatışma bölgeleri inşa ediyor.

Samir Amin’in “kolektif emperyalizm” olarak tanımladığı “ABD, AB ve Japonya üçlüsünün depreşen emperyal arzuları” açık bir saldırganlığa dönüştü. Güney Çin Denizi’ndeki tartışmalı adalar üzerinde çetin bir hâkimiyet mücadelesi var. Çin, Japonya, Kuzey-Güney Kore, Tayvan, Filipinler, Vietnam, Tayland, Endonezya, Malezya, Rusya, ABD ve Avustralya pasifik hattına yaptığı yığınak dikkat çekici.

Çin-Vietnam, Çin-Güney Kore, Kuzey Kore-Güney Kore, Çin-Japonya ve Çin-ABD gerginliklerine ek olarak, Japonya-Kuzey Kore, Japonya-Güney Kore, Japonya-Rusya arasındaki gerginlikler ve paylaşılamayan adalar her an yeni bir savaşın tetiğini çekebilecek nitelikte.

• • •

Bu iki çatışma bölgesine benzer bir sıkışma halinin yaşandığı diğer bir coğrafya da Baltık Denizi ve Doğu Avrupa. ABD’nin Rusya’yı çevreleme hamlesinin odak noktası olan Baltık Denizi ve Ukrayna’da karşılıklı restleşmeler açık bir gözdağına dönüştü. ABD, NATO ve AB’nin Baltık Denizi’ndeki ortak askeri tatbikatlarına Rusya, yanına Çin’i de alarak anında yanıt verdi. Çin ve Rusya’nın Baltık Denizi’ndeki Ortak Deniz-2017 (Joint Sea-2017) tatbikatı için Çin, savaş gemilerini haftalar öncesinden yola çıkardı. Söz konusu tatbikatın ABD-Avrupa ülkeleri tarafından ha- ziran ortasında gerçekleştirilen BALTOPS tatbikatından sonra gelmesi dikkat çekti.

Baltık Denizi’nde Çin’in de desteğiyle organize edilen tatbikat, Rusya’nın bölgedeki güvenlik düzenine yönelik değişiklik çabalarının bir göstergesiydi. Bu, bir yanıyla ABD’nin Baltık Denizi’ndeki politikalarına karşı rövanş niteliği taşıyor.

Çin’in Baltık Denizi’ndeki tatbikata katılımı ise küresel güç olma politikalarının bir parçasıydı. Cibuti’deki denizaşırı askeri üsse geçen ay ilk kez asker gönderen ve üssü faaliyete açan Çin, yeni paylaşımlarda ben de varım diyor.

• • •

Kriz ve hegemonya kavgaları depreşirken sicilleri bir hayli kabarık iki ülke yeniden gün yüzüne çıkmaya başladı. Birincisi Japonya, ikincisi ise Almanya. Çin, Rusya ve Kuzey Kore ile ihtilaflar yaşayan Japon militarizmi uzun zamandır emperyalist yayılmacılık planlarını gerçekleştirmek istiyordu. Japon burjuvazisi, milliyetçi başbakan Shinzo Abe ile kararlı bir temsilci buldu. Pasifik’teki paylaşım savaşları Japonya’nın güvenlik politikalarıyla ilgili radikal değişikliklere gitmesine yol açtı. AB yönetimi İkinci Dünya Savaşı sonrasının barışçıl anayasasını değiştirerek pasifist anayasaya son verdi, anayasanın 9. Maddesi’ne ‘kollektif meşru savunma’ ifadesini yerleştirdi ve askerlerini yabancı topraklara göndermenin yolunu açtı. Japonya, 71 yıl önce sona eren İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk kez askerlerini ülke dışında, Güney Sudan’da görevlendirdi.

Japonya ile benzer şekilde her iki dünya savaşının baş müsebbibi Alman militarizmi de savaş sonrasının anayasasına son vererek paylaşım savaşları için kendini bir aktör olarak piyasaya sürdü. Berlin yönetimi dört bir tarafa asker yollamaya başladı. Orta Asya’dan Balkanlar ve Ortadoğu’ya kadar her tarafta Alman askerlerini görmek mümkün. Alman emperyalizmi ABD’ye kafa tutacak özgüvene de kavuşmuş görünüyor. Şimdilik direkt karşısına almak istemese de Merkel, Trump’ın ABD’sine karşı bir Avrupa ordusuyla meydana çıkma hazırlıklarında.

• • •

Dünya jandarmalığına soyunan ABD emperyalizminin hegemonyası gerilese de hâlâ başat güç. Dümene geçen Trump “kaotik” yönetimiyle hegemonyanın yeniden tesisi için ilk günden kolları sıvadı. Önce Suriye’yi vurdu, ardından da Afganistan’da IŞİD bahanesiyle “tüm bombaların anası” olarak nitelendirilen nükleer bombadan sonraki en büyük bombayı denedi.

Emperyalist kapışma ve pay kapma savaşı kızışırken atılan “bombaların anası” diğer ülkelere açık bir gözdağıydı. Trump hemen ardından Kore yarımadası üzerinden yeni bir kriz inşa ederek, bu bölgedeki varlığını tahkim etti. Savaşın eşiğinden dönülen kriz sonrasında bölgeye daha bir yerleşti.

Rusya, Sovyet sonrasının çalkantılı dönemini atlattı. Putin-Medvedev ikilisinin liderliğinde Ukrayna’dan Suriye’ye, Irak’tan Yemen’e uzanan coğrafyada bir taraftan ABD’ye açıkça kafa tutarken, öte yandan kendi oyununu devreye soktu.

Ve tabii bunlar olurken diğer taraftan da Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’ne (SIPRI) göre 2016 yılında dünya genelinde ülkelerin silahlanmaya ayırdığı miktar toplam 1 trilyon 686 milyar dolar oldu. Özellikle ABD, Çin ve Rusya’nın silahlanmaya yaptığı harcamalar rekor düzeyde. Örneğin ABD silahlanma harcamalarını yüzde 1,7 artırarak 611 milyar, Rusya yüzde 5,99’luk artışla 69,2, Çin ise yüzde 5,4’lük artışla 215 milyar dolara çıkardı.

İnsanlık zor günlerden geçerken bugünü ve yarını anlamak, açıklamak ve değiştirmek için kuramsal tartışmalara belki de her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Dünyanın en uzun soluklu Marksist teori dergilerinden Monthly Review Türkiye bu boşluğu şimdiden doldurdu.

“21’inci yüzyılda emperyalizm” başlıklı dosya çalışmasıyla Monthly Review Türkiye’nin ilk sayısı dönemin ruhuna uygun bir konuyu irdeliyor ve emperyalizme dair önemli bir okuma sağlıyor.

Yılda dört sayı olarak yayımlanacak dergi, orijinal makalelerinin yanı sıra dosya konularına göre Türkiye’den de makalelere yer veriyor. Yayın periyoduna ilaveten özel sayılarla desteklenecek dergi, dünyadaki Marksist tartışmaları okurlarla buluşturacağı gibi, Türkiye’deki sosyalist mücadeleye dosyalarla ve tartışmalarla katkı sunuyor.