Memlekette kavramların yerli yerinde kullanılmaması, eski ve köklü bir gelenek. Örneğin, ‘anarşizmin’ henüz kendisi gelmeden, şiddet eylemlerinin ‘anarşik’ diye tanımlanmasıyla, kavramın doğrusunu anlatmak başlı başına bir iş olmuştu.

Hepiniz hatırlarsınız ama ben yine de örnek vereyim: “Anarşik olaylarda 25 kişi öldü” (27 Ağustos 1980 tarihli Milliyet gazetesinden). Ya da, Kenan Evren’in 30 Ağustos 1980’deki konuşmasından: “Anarşi yaratıcıları ordunun yumruğu altında ezilecektir.”

Liste uzun, malumunuz. Sadece ‘anarşi’ kavramıyla ilgili değil, devlete yönelik - yasaiçi de olanlar dahil - her türlü itiraz, itinayla kriminalize edildi. Fakat bugüne dek böyle ‘becerikli’ kriminalizasyon görmemiştik.

Özellikle memleketin son 15 yılının postmodern dünyasında kavramlar, yüz yıllardır kullanıldıkları yerleşik hallerinden çıkarılıp hukuk amorf bir hale bürününce, üzerinde durulan sağlam bir zemin de kalmadı.

Kavramların içi boşaltıldı, birer maymuncuk seviyesine indirgendi. Dolayısıyla istenilen kişiye karşı istenilen yerde ve zamanda, bağlamsızca kullanılmaya başlandı.

Bu durumun yargı mensuplarına verdiği özgürlük alanı gün geçtikçe genişledi. Şiraze bir kez kayınca da yerine oturtmak kolay değil.

Haliyle, ‘kanıt’ gibi yargılamanın ABC’si ile ‘kanunsuz suç ve ceza olmaz’ gibi hukukun temel ilkelerini bir kenara koyarak on yıllarca hapis cezası talep etmek ya da cezaya hükmetmek ise dönemin alametifarikası oldu.

Örneğin:

Cumhuriyet gazetesi davasından, savcı mütalaasından: “Kadri Gürsel ‘Erdoğan Babamız Olmak İstiyor’ yazısında asiliği normal, meşru ve kabul edilebilir olarak yansıttı.”

Eee? Asiliği ‘normal, meşru ve kabul edilir’ olarak yansıtmak suç mu?

Ya da hukuk diliyle söylersek: Hangi kanunda böyle bir suç tanımlı?

Peki, kanunsuz suç olur mu? TCK’ye göre olmaması lazım…

Yine mütalaadan: “Her ne kadar Ahmet Şık’ın FETÖ mağduru olduğu savunulsa da, iddianameye konu röportaj ve açıklamalar dikkate alındığında DHKP-C, PKK hedefleri doğrultusunda hareket ettiği gibi FETÖ ile hareket eden savcılara ilişkin haber ve röportajlar var. Bu örgütler [DHKP-C, PKK, FETÖ] ortak düşman üzerinden benzer emellere sahip ve yöntemleri bir üst akla bağlı. Bu nedenle Ahmet Şık’ın savunmasına itibar edilemez.”

Kanıt?

Ya da şöyle soralım, Ahmet’in savunmasına ‘itibar edilmemesi’ bir yana savcının savına itibar edilmesi için kanaatlerden başka ne gibi somut kanıtlar öne sürülüyor?

Peki, somut kanıt olmadan suçlama yöneltilir mi? CMK’ye göre, hayır.

Bu da mütalaadan, savcının ‘akıl okuma’ yöntemiyle derlediği savlarından: “‘Yurtta Sulh’ manşetiyle, 15 Temmuz’daki ‘Yurtta Sulh Konseyi’ isminin benzerliği dikkat çekicidir.”

Kanunda ‘dikkatimi çekti’ gibi alt metin okumasıyla suçlama yaratmak veya ‘ima yoluyla suç işlemek’ diye bir ceza maddesi var mı? Yok.

Ne kaldı geriye? Hapiste 500 günü deviren Akın Atalay ile haklarında onlarca yıl ceza istenen gazeteciler.