Orman yangınlarıyla geçirdiğimiz felaket bir yazı geride bırakırken, iktisatçıların “Son 20 yılın kara kışı” dedikleri bir döneme giriyoruz. Murat Kubilay, pandeminin mazeret edileceği “son 20 yılın en derin yoksulluğunun yaşanacağı döneme yavaş yavaş giriyoruz” diye uyarıyor. Bir yanda işsizlik, yoksullaşma artıyor diğer yanda aşırı zamlarla ısınma, beslenme, barınma gibi yaşamsal masraflarımız artıyor. Bugünlerde “kara kış”ın en belirgin alameti ise kira artışları olarak görünüyor. Yüz yüze eğitimin başlaması, yüksek enflasyon, denetimsizlik gibi bir dizi nedenle Eskişehir gibi bir üniversite şehirlerinde dahi yüzde 40’lara varan artışla ciddi bir kira krizi yaşanıyor.

Büyük şehirlerdeki durum ise daha iç açıcı değil. İzmir, 2021 yılında dünyada en çok kira artışı olan kent olarak anılıyor. İzmir’i ikinci sırada Ankara ve dördüncü sırada İstanbul takip ediyor. Haberlerde altı kira tutarında depozito isteyen ev sahipleri olduğunu okuyoruz. Serbest piyasa bir soygun düzeni olduğunu böylece hatırlatırken devlet ise öğrencileri, kiracıları yalnız bırakıyor. 13 milyar bütçesi olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, yılın ilk 6 ayındaki kira giderleri için 6 milyon 213 bin TL ödenirken, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde (MSGSÜ) yurt ücretlerine yüzde 100 zam yapılması ve artan evsizlik kamunun pozisyonunu açık ediyor. Pandeminin, ekonominin, ülkenin kötüye gidişatının sorumluluğu, bunda hiçbir sorumluluğu olmayanlara yükleniyor.

Aslında kiralar, ABD ve Avrupa başta olmak üzere dünyanın başka yerlerinde pandeminin ilk aylarından beri önemli bir gündem oluşturuyordu ve bu sayede epey de besleyici bir literatür ve mücadele yelpazesi de birikti. Barınma hakkı veya konut hakkı etrafında süren tartışmalarda kira artışlarına sınırlama getirilmesi, kira zamlarının durdurulması, tavan fiyat uygulaması, tahliye yasakları, tahliyelere karşı dayanışma ağları, kiracı sendikaları, kira grevleri, herkes için güvenli, uygun fiyatlı, kalıcı konutlar inşa edilmesi gibi çeşitli yöntemler tartışılıyor ve örgütleniyor.

İlham verici bir mücadelede Berlin’de sürüyor. Berlin’deki konut aktivistleri uzun bir süredir kira üst sınırı belirlenmesi yönünde bir mücadele veriyordu. Expropriate Deutsche Wohnen & Co'nun sözcüsü Thomas McGath ile yapılan “‘Expropriate mega landlords’: A radical solution to Berlin’s housing crisis” başlıklı söyleşiye göre aktivistler artık üst sınır belirlenmesi talebiyle de yetinmiyor. Kiralardan müthiş kar elde eden emlak şirketlerinin kamulaştırılması (bazı çevirilerde mülksüzleştirme olarak da ifade ediliyor) çağrısını örgütlüyorlar. Bununla birlikte, konut stokunda piyasa kontrolünün ve spekülasyonun ortadan kaldırılması ve kiraların düşmesi için şirketlerin elindeki konutların demokratik yönetimine yönelik bir tür “binadan kente konseyler” oluşturmanın yollarını arıyorlar.

Ülkemize gelecek olursak, elbette İstanbul başta olmak üzere büyük şehirlerdeki kira artışı sorunu yeni bir durum değil. Özellikle kentsel dönüşümün rant aracı haline dönüşmesiyle çoktandır deneyimlediğimiz bir sorundu. Nitekim bu kırılganlığa karşı Kadıköy gibi semtlerde, özellikle de çevrimiçi ağlar biçiminde şekillenen taban hareketleri oluşmaya başlamıştı. Emlakçılar sorunu “konut açığı”, “yüksek katlı imarların verilmemesi” gibi sektörel ihtiyaçlarına yormaya çalışadursun yıllar içinde derinleşen bu sorun bugün artık kiracıları, kentteki en kırılgan gruplardan biri haline getirmiş görünüyor. O nedenle de, kıpırdanmaların da işaret ettiği üzere kiracılık ve buna bağlı sorunlar daha çok sorgulanıyor ve toplumsal muhalefet için bir hareket alanına dönüşüyor.