Bu yazı yine son anda değişti. Çünkü bir aydır "eli kulağında" olduğu bizzat Bakanlar tarafından dile getirilen yeni KHK’ler pazar sabahı açıklandı. OHAL’in ilk günlerinde art arda çıkan baskın KHK’lerden fragmanı önceden yayımlanan KHK’ler düzenine geçtik ne de olsa. Sonuncusunun gecikme nedeni olarak iktidar bloku içindeki tereddüt gösteriliyordu. Belli ki "pürüz" giderilmiş, Saray ağırlığını koyarak AKP içinden ve MHP’den gelen itirazları rafa kaldırtmış. Böylece iktidar ortağına "yeri" bildirildiği gibi OHAL düzeninin Saray rejimini kurmanın en önemli dayanağı olduğu bir kez daha kanıtlanmış oldu. Neoliberal ve militarist hedefler doğrultusunda devletin yeniden yapılandırılması tam gaz devam ediyor.

12 Eylül Askeri Darbesi’nin faşizan karakterinin simgeleyen tek tip elbise düzenlemesi bu KHK ile hortlatıldı. AKP Genel Başkanının rengine kadar tarif ettiği buna karşın Türkiye’nin demokratik direnç merkezlerinin dillendirildiği ilk günden bu yana itiraz ettiği ve uluslararası kamuoyunun kabul edilemez dediği uygulama KHK’nin içine sokuldu. Son hamle, 2017 bitmeden OHAL düzeninin temel hak ve özgürlüklere, Türkiye’nin demokratik birikimine vurduğu darbelerden biri. Şimdilik yalnızca darbe sanıkları için öngörülen tek tip uygulamasının kapsamının bir başka KHK ile genişletilmeyeceğinin garantisi de yok. Bu kapı bir kez açıldığında ardından nelere gelebileceğini Türkiye’nin yakın tarihinden biliyoruz.

Al gülüm ver gülüm
Yeni KHK aslen üç temel alanda olağanüstü hal devletinin istihbarat, milli savunma ve adalet mekanizmalarında köklü değişiklikleri düzenliyor. 15 Temmuz öncesinde başlayan ama darbe girişimi sonrasında hız kazanan bu düzenlemeler, bir yandan tüm gücü Saray’da merkezileştiriyor öte yandan iktidar bloku etrafında güç dengelerini yeniden kuruyor. Son KHK’lerle Savunma Bakanının birçok yetkisi doğrudan Erdoğan’a geçti, Savunma Sanayi Müsteşarlığı Saray’a bağlandı. Devasa savunma harcamalarında son söz artık Saray’ın! Yüksek yargıdaki üye sayısına müdahale edilerek Saray’ın nüfuzu dolaylı bir biçimde arttırıldı. Ama sanmayın ki karşılıksız. Askeri ve sivil oligarşinin de yüzünü güldüren düzenlemeler var…

Cüppesini ilikleme telaşına düşen yargıçlar ve dindarlığını kanıtlamak için birbiriyle yarışan üst komuta kademesi Saray’a bağlılığının mükafatını bu KHK’de somut kazançlar elde ederek almayı sürdürüyor. Milli Savunma Bakanlığı Görev ve Teşkilatı Hakkındaki Kanunda hem Saray’ı hem de Silahlı Kuvvetleri memnun edecek yeni düzenlemeler yapılıyor. Saray’ın bilgisi dahilinde atamalar ve bütçe esnekliği özelinde askeri bürokrasiye yeni manevra alanları sunuluyor. Benzerlerini her askeri darbe sonrasında gördüğümüz askeri şirketleşmeler bu düzenlemelerin bir yüzü örneğin. Yeni KHK ile Ticaret Kanunu ve özel hukuk hükümlerine tabi yeni bir anonim şirket, ASFAT AŞ. kuruluyor. Milli Savunma Üniversitesine memur atamalarında bütçe kanunundaki sınırlar geçersiz kılınıyor. Yüksek yargıda da durum benzer. Örneğin Yargıtay Kanununa yapılan ekle Yargıtay Birinci Başkanı, daire başkanları ve üyeleri ve aile fertlerinin sağlık harcamaları milletvekillerinin tabi olduğu hükme bağlanıyor. Yeni kadrolar ihdas ediliyor.

Saray kendi ekonomisini kurarken taşeron düzenlemesiyle emekçilerin ağzına bir parmak bal çalıyor. Ama onlarca devlet kuruluşu kapsam dışı bırakılıyor ve diğerlerinde de sürekli kadroya geçmek için yazılı veya sözlü sınav şartı getiriliyor. Mülakatta aranacak asıl şartın iktidara biat olacağını tahmin edebilirsiniz. Ayrıca binlerce emeklilik, yaşlılık ya da malullük almaya hak kazanan işçi bu haktan faydalanamayacak.

Kendimize dersler
Bu KHK sürecinden çıkarılacak somut sonuçlar var. İlki Erdoğan’lı ya da Erdoğan’sız devletin içindeki güç odakları kısa ve orta vadeli planlarını Saray rejimine göre yapmışlar ve her fırsatta belirli bir pazarlık sonucu az ya da çok kazanç sağlıyorlar. Laik kurum ve aktörlerin İslamcı gündem karşısında suskunluğunu ancak bu paylaşım mekanizmasına bakarak anlayabiliriz. İkincisi bu süreç bize siyasetin nasıl toplumdan kopartıldığını, tepedeki bir itiş-kakışa dönüştürüldüğünü açık seçik gösteriyor.

Dolayısıyla oligarşik yapının başat unsurlarını ikna üzerine kurulacak bir ‘alternatifin’ halka, geleceği çalınan milyonlara zerre kadar faydası yok. Üçüncü sonuç, "dış dinamikler" ile normalleşme ve restorasyon umut etmek, mevcut oligarşinin kemikleşmesine yardımcı olmaktan öteye geçemiyor. Hal böyleyken muhalefetin ilerici siyasetin oligarşiyi yıkacak koçbaşını yeniden belirlemesi, en azından yeni döneme uygun araç ve hedefleri belirlemesi şart.