Marx, Yunan mitologyasına değinirken onun “Yunan sanatının sadece gereç deposu değil aynı zamanda toprağı” olduğunu söyler. Mitologyanın bu iki yönüne ilişkin vurgu, sanat ve sanatçı açısından son derece önemlidir.

‘Yeni mitolojiler’ ve ‘retorik arsenali’
MS. 5 yüzyıla tarihlendirilen Vergilius Romanus adlı illüstrasyonlu el yazmasındaki Eclogae’ın açılış kısmı.

Aydın Afacan

Eskinin pagan tanrılarından korkan var mıdır hâlâ? Filmlerde, edebiyatta ve diğer sanat eserlerinde görülenlere ilişkin korku değil kastedilen. Sanat eserleri karşısında, sanat tarihinde çeşitli biçimlerde dile getirilmiş bir tür ‘kabul’ söz konusudur çünkü. Soruda kastedilen, bir taşkın veya selin ardında Mezopotamya tanrılarının tufan yaratan öfkesini veya heybetli bir gök gürlemesiyle akan yıldırımda Zeus’un öfkesini ‘gören’ türden korkular… Vardır belki, kim bilir? Ama ‘uygar dünya’da eski çağlara ait bu korkunun ‘görünür’ düzeyde olmadığı kesin. Öyle ise nedendir bu mitoloji merakı? Neredeyse her alanda bir şekilde söz edilir: ‘Güzellik’ endüstrisinden güncel politikaya, turizm alanından inanç düzleminde çeşitli arayışlara…


Mitolojinin halleri

Mitolojik düşünce ana çizgileriyle iki şekilde yer alır modern dünyada: İlki insanın doğal yatkınlığı sayılır ve insan var oldukça sürecek hayal gücüne, ‘düş kuran bilinç’e işaret eder. Hayatın her alanında önümüze çıkar: Sanatın temelini oluşturan imgelemden gündelik hayattaki mitoslara, tarih ve politikada farklı biçimleriyle karşılaştığımız mitoslardan tüketim mitoslarına… Sözgelimi bir zamanlar uzak beldelere uzanıp her türlü vahşetle oraları sömürgeleştirenler, bütün o filleri için tanrı tarafından görevlendirildikleri mitosunu uydurmuşlardır: ‘Beyaz ırkın yükü’… Çeşitli ülkelerin veya ‘ulusların’ çoğu ‘icat edilmiş’ bilgiyle dolu ‘soylu geçmiş’ mitosları, çeşitli araba, eşya vb. için uydurulmuş tüketim mitosları da bu bağlamda düşünülebilir. Mitolojik düşüncenin diğer biçimi eski zamanlara ait birikime işaret eder. Bu mitoslar edebiyatta ve diğer sanat ürünlerinde yer almaktadır. Antik dünyanın birikimi, gündelik yaşantıları, çeşitli pratikleri belirleyen ve bütün olarak hayatı kuşatan ‘kutsal anlatı’ olmaktan çıkmış, sanat eserlerine dönüşmüştür. İnanna, Enki, Zeus, Pangu, Anahita, Osiris, Vişnu, İzanagi, Odin gibi tanrıça ve tanrılar, savaşların, günlük işlerin dünyasından ayrılıp kitapların, müziğin, filmlerin, tablo ve heykellerin dünyasına geçmişlerdir. Ölümsüzlük arayışı ile Uruk kralı Gılgamış, ‘ateşi çalma’ eylemi ve çektiği işkencelerle titan Prometheus artık öyküleriyle insana eşlik etmektedir.

‘Lovis omnia plena’

Bu söz, ünlü Aeneas’ın yazarı Latin şair Vergilius’a ait: “Her şey Zeus’la dolu”. Evet, o zamanın evreni Zeus’la ve diğer pagan tanrılarıyla doludur. Her an her yerde karşılaşılan tanrılar yeryüzünden neden çekildi? Mitosun gidişatı Eski Yunan üzerinden izlediğinde Ksenophanes gibi bilginlerin, tanrıların belli kozmik bölgelere yerleştirilmesine ve insana özgü birtakım eylemlerde bulunmalarına ilişkin itirazları görülüyor. İlk doğa bilginleri ve filozofların itirazları zaman içinde karşılık bulmuş ve pagan tanrıları bir yana itilmiştir. Bu ‘itilme’ tamamen unutuldukları anlamına gelmiyor elbette. Mitoslar, insanın engin hayal gücünün ürünleri olarak, çağlarına özgü olay, davranış ve eylemleri, birçok bakımdan çarpıcı birer deneyim olarak çağlar ötesine taşırabilen bir potansiyele sahiptir. Artık eski ‘güçlerini’ yitirmiş olsalar da taşıdıkları birikim değerlidir. Elbette kültürün çeşitli alanlarında olduğu gibi mitoslara bakış da nitelik açısından faklılıklar gösteriyor.

‘Yeni Mitoloji’ mümkün müdür?

Bir arayış olarak ‘yeni mitoloji’ akla ilk önce Romantik hareketi getirir. Bu hareketin ‘yeni mitoloji’ arayışı önce Almanya’da, Schlegel ve Schelling gibi adlar çevresinde söz konusu olur. Schlegel ‘arkaik yeniden canlandırma’dan çok, ‘modern, şiirsel, yeni bir mitoloji’ peşindedir. Schelling de iddialıdır: “Mitoloji tüm sanatların zorunlu koşulu ve ilk içeriğidir.”Romantizm bir anlamda, dünyayı büyüden arındırmaya karşı yükselen itiraz sayılır. Özellikle İngiliz Romantik şairleri bu bağlamda dikkat çekicidir. ‘Yeni panteon’ peşinde saydıkları Neo-Klasiklere karşı, şiirin alanını bütün doğa, bütün dünya olarak gören Romantiklerin bu yaklaşımı mitolojinin yeşerdiği zemine dayanıyordu aslında: İnsan ve doğanın bütün halinde olduğu mitolojik dünya! Wordsworth ve Coleridge’le göze çarpan ilk kuşak mitolojik düşünmeye dayandı. Byron, Shelley ve Keats’le göze çarpan ikinci kuşak önceki kuşağa oranla Yunan mitologyası ile daha yakından ilgilendi. Öyle ki üçü de Yunan-Latin mitoslarının boy verdiği topraklarda ömürlerini noktaladı. Sonuçta her iki kuşak da kendilerine özgü bir mitolojik hale yarattı ama bunu genel anlamda bir ‘yeni mitoloji’ saymak doğru bir yaklaşım olmasa gerektir. Şair veya sanatçıların belli hareket ve çevreler dahilinde ve çoğunlukla da kendi kişisel mitologyasından söz edilebilir olsa olsa. Bu da sanatla mitos arasındaki genetik bağı işaret eder.

‘Gereç deposu’

Marx, Yunan Mitologyası’na değinirken onun “Yunan sanatının sadece arsenali (gereç deposu) değil aynı zamanda toprağı” olduğunu söyler. Mitologyanın bu iki yönüne ilişkin vurgu, sanat ve sanatçı açısından son derece önemlidir. Bir şair, ressam veya romancının mitolojik öğeleri bir süs öğesi olarak kullanması başka, o öğelere giderken aynı zamanda o kaynaktan beslenerek kendince dönüştürmesi başka bir şeydir. İlki farklı bir çağda yapılmış gereksiz retorik tekrarlardan öteye gitmez. Böyle bir durumda, sanatçı belli bir mitolojik öğeyi kendine ve çağına özgü bir kavrayışla değerlendiremiyor, basitçe belli bir öyküyü yineliyor çünkü. Ayrıca sanat dışı alanlarda da sıklıkla karşılaşılan tuhaf bir popülizm söz konusudur. Bu durum insanların inanma eğilimlerinden farklı politik yaklaşımlara çeşitli alanlarda görülebilir. Kapitalizmin bazı marifetleri, kent hayatı vb. nedenlerle sıkıntılar yaşayan kimi insanların ‘ezoterik’ arayışları ve bazı inanç sistemlerine yönelik ilgileri incelendiğinde, başvurdukları yerin ‘retorik’ düzeyde bir ‘gereç deposu’ olmaktan öteye bir anlam taşımadığı kolaylıkla görülebilir. Kısaca mitoloji, insana kimi zaman karmaşık ve derin kimi zaman da yalın ama çarpıcı dünyası ile geniş ufuklar sunan bir anlam evrenidir, sığ beklentilere cephane sunan bir ‘depo’ değil! Diğer yandan İngiliz şair T.S. Eliot’ın neredeyse bir ‘kutsal kâse’ işlevi yüklediği ‘mythopoetik yöntem’de olduğu gibi mitoloji ‘her derde deva’ değil; Eliot’ın kapitalist Avrupa’nın yaşadığı kargaşaya ‘bir düzen içinde ifade kazandırmak’ üzere önerdiği yöntem, bir inceleme yöntemi olarak önemliydi ancak.

***

Şiir ‘Paragrafı’

Bu paragrafın konuğu Tuğrul Tanyol’un ‘Şavk’ şiiri… Ağustos Dehlizleri’nin ‘Cem gibi’ bölümünde yer alan ‘Şavk’, hem bölümün diğer şiirleriyle güçlü bir bütün oluşturan hem de kendi başına atmosfer oluşturan bir ��iir. Pitoresk yoğunluğunun yanı sıra farklı çağlara ve metinlere gönderen çağrışım zenginliğiyle çeşitli açılardan okunabilecek, gerçekten ‘şavk’ dolu bir şiir:


toprak testilerde gün
eridi ağır bir yalnızlıkla, kızıl
atlıları sürgün
edilmiş bir ilkçağ yorgunluğu
balkondaki saksılara dökülünce güneş
yağmuru ıslak camlara hapseden kim?
açıverin kanatlarını
pencere, kapı, ne varsa
taşsın odama nisan
hüzün! nasıl da ezberledik adını
ve sığındık ardına onca zaman
toprak testilerde gün
ve bir kırlangıç kanadıdır göğsümde o
sen benim en çılgın düşümsün
bu kalabalık sokak, bu geniş okyanus
oynaşıp durdukça camlarımda