1990’lı yıllardan bu yana merkezi ve yerel yönetimlerin geliştirdikleri konut politikalarının en dikkat çekici özelliği kamucu karakterden büyük ölçüde yoksun olmasıydı. Her alanda olduğu gibi konut alanı da sermayenin yeni yatırım alanı olarak ‘değer’ kazanmış; kentsel dönüşüm, genellikle bu değerle ilişkili olarak tedavüle girmişti. Kentsel mekânlar dönüşüyor ama mülkiyet sahipleri de değişiyordu. TOKİ bu süreçte bir kamu kurumu olmaktan çok sermaye kuruluşu gibi çalışıyordu. Bu politikaların sonucunda 2000’li yıllarda şehirlerin her yanı inşaat alanına döndü ve kamucu işlevden yoksun ağır bir yapı stoku oluştu.

Söz konusu sürecin tipik örneklerinden birisi İstanbul Sulukule deneyimiydi. Mahallenin yıkımı için en meşrulaştırıcı enstrüman olarak kentsel dönüşüme başvurulmuştu. Eski, yıkılmaya yüz tutmuş ve düzensiz yapıların yerine yeni, yaşanabilir bir mahalle inşa edilecekti. Öyle oldu mu tartışılır ama kesin olan, dönüşüm tamamlandığında mülkiyet sahipleri de değişmişti. Kentsel dönüşüm aslında mülkiyet değişiminin bir aracı olmuştu. Bunu, sürekli geçmişe referans veren ve merkezi-yerel yönetimleri elinde tutan ülkenin yeni muhafazakârları yapmıştı.

Bu politika ve pratikler yeni muhafazakârların, sadece ülkenin süregelen konut politikalarından değil, geleneksel muhafazakâr söylem ve eylemden de bir ölçüde kopması anlamına geliyordu. Çünkü ülke çok partili hayata geçtikten sonraki ilk muhafazakâr iktidar döneminde emekçilerin sendika ve kooperatiflerine ciddi bir konut desteği sağlamıştı. Mesela İstanbul’da işçi ve memur ailelerin konut ihtiyacı için İstanbul Belediyesi Emlak ve Kamulaştırma Müdürlüğü’ne bağlı bir Mesken Bürosu, Hesap İşleri Müdürlüğü’ne bağlı bir Emlak Şubesi Müdürlüğü ve bir de Ucuz Evler Döner Sermayesi oluşturulmuştu. Sistem sadece beş yılda bu mekanizma içinde yoğun bir sosyal konut üretimi gerçekleştirmişti.

Mesela 1951’de Üsküdar Selamiali’de 52, Koşuyolu’nda 102 adet konut yaptırılmıştı. Aynı mekanizma içinde çok sayıda konut inşa edilerek çalışanların kooperatiflerine tahsis edilmişti. 1954’de Koşuyolu’nda 236 konut, İETT Kadıköy Havagazı İşçileri, İşçi Sendikaları Birliği ve Liman ve Doklar Gemi Sanayi İşçilerine; Üsküdar’da 81 konut, İstanbul İşçi Sendikaları Birliği ve İstanbul Elektrik Gaz Motorlu Taşıt İşçileri Sendikası’na; Hasköy’de 323 konut, İETT Otobüs İşçileri, Taşkızak Deniz İşçileri Sendikası, İşçi Sendikaları Birliği ve İstanbul Liman ve Doklar Gemi Sanayi İşçileri Yapı Kooperatiflerine tahsis edilmişti. Aynı şekilde Esentepe’de 220 konut Gazeteciler Cemiyeti ve Gazeteciler Sendikası’na; Şişli Ermeni Mezarlığı arkasında 120 konut Bira Fabrikaları İşçilerine; Kartaltepe’de 111 konut, Bakırköy Pamuklu Mensucat Sanayi İşçilerine ve Yıldız Posta Caddesinde 86 konut, Güzel Konutlar Yapı Kooperatiflerine tahsis edilmişti.

Bunlar dışında Üsküdar Nakkaşbaba’da 227, Bakırköy’de 650, Kartaltepe’de 660, İstinye’de 870, Uzunçayır’da 780, Tarabya’da 210, Emirgan’da 302 ve Silivrikapı’da 65 sosyal konut inşa edilmişti. Bunu takiben 1955 yılında 5656 sayılı kanuna dayanılarak İstanbul Belediyesi (yüzde 45) ve Emlak Bankası (yüzde 55) birlikte İstanbul İmar Limited Ortaklığı kurmuşlardı. Bu şirket Mecidiyeköy’de 28, Haseki’de 26, Koşuyolu’nda 417, Kadıköy’de 16 daireli bir apartman, Emirgan’da 12, Çengelköy’de 29 olmak üzere toplam 528 sosyal konut inşa etmiş ve tüm bu evler ihtiyaç sahiplerine uygun imkânlarla tahsis edilmişti.

Bugün hâlâ kentin en nezih alanlarını oluşturan bu merkezlerde eğer hala alt-orta sınıflar ikamet etmeye devam edebiliyorlarsa, bu geçmiş dönemlerdeki söz konusu pratiklerin neticesidir.

Bugünün muhafazakârları ise söz konusu politikaların tam aksi yönde bir konut-inşaat pratiği geliştirdiler. Öyle ki 2000’li yıllar boyunca şehirler, büyüklü-küçüklü sermaye grupları arasında paylaştırıldı. Artık müteahhitlerin yanı sıra yüzlerce apartman dairesi ya da dükkânı olan ‘mutlu’ bir kesim var ve ama mülkiyetinden ve/veya yerinden olan yüz binlerce eski kent mukimi var. Üstelik şehirler artık taşınamayacak kadar ağır bir yapı stokunun yükünü taşıyor. Kısaca bugünün yeni muhafazakârları kentsel rantın üretimi ve paylaşımında modernistleri çoktan geride bıraktılar. Muhafazakârların ezan-bayrak söylemi ise gerçekte adaletsiz ve yıkıcı radikal inşaatçı pratiklerin örtüsü olma işlevi gördü.