Bu ay Digital Age Dergisi için yeni neslin geleceğini tehdit eden teknolojik bir tuzak ile ilgili bir yazı yazdım. Daha fazla ebeveyn ve çocuğa ulaşabilmek adına yazının kısa halini sizinle de paylaşıyorum. Yazının daha uzun halini derginin Kasım sayısında okuyabilirsiniz

Yeni nesil kaybolmak üzere

Teknolojiyle yatıp teknolojiyle kalkıyor ve hatta paramızı teknolojiden kazanıyoruz. Fakat ortada dünya çapında büyük bir problem var. ‘Z Kuşağı’ da diye de tabir edilen yeni nesil teknolojinin içine doğdu ve aslında bu sanıldığı kadar da iyi bir şey değil. Sosyal becerileri çok az veya yok. Fiziksel olarak parmak kireçlenmesi gibi daha önce ortada olmayan hastalıklara sahipler. İçinde bulundukları ve en kötüsü gerçekmişçesine bağlandıkları o parlak dünyadan sonra gerçek hayat onları çok sıkıyor. İletişim kuramıyorlar. Ruh sağlıkları bozuldu bozulacak durumda.

GTI Anne Baba Eğitmeni ve Psikolog Özlem Albayrak ile bu konu üzerine konuştuk. Kendisi çok önemli bilgiler paylaştı ve ondan aldığım bilgiler dahilinde bu yazıyı yazdım. Okuyacağınız çoğu bilgiyi ilk kez duyuyor olabilirsiniz.

Sorun Nasıl Başladı?
Akıllı telefon ve tabletler bu sürecin başlangıç noktası oldu. Yani aşağı yukarı 2000’li yılların başında doğan jenerasyon maalesef bu felaketin beraberinde gelen olumsuz yansımaları da taşıyor. Bu parlak, hareketli, rengarenk ve ‘çok uyaranlı’ dünya, bu nesle çok büyük hasar veriyor. Onları nasıl toparlarız bilmiyorum ama çalışmalara acilen başlanmalı. Bununla ilgili özel birimler olmalı. Kanunlarda değişikliklere gidilmeli. Çünkü çocuklarımız artık şu durumdalar:

» El motor becerilerini yitirdikleri için bilişsel olarak bu alana karşılık gelen kısımlar olması gerektiği şekilde gelişemiyor.
» Komut vermeye alışıklar.
» Komut almıyorlar.
» Yüz yüze iletişimde çok başarısızlar.
» Göz teması kuramıyorlar.
» Klavye başında yaptıkları espri ve eleştirileri hayatın içinde yapamıyorlar.

» Kendileri dışında yaşanan dünya çok sıkıcı, ebeveynler zaten onlar için tahammül edilmesi en zor insanlar...
Bu dönemi yaşayan çocuğa sahip olanlarınız demek istediğimi iyi anlamıştır. Uzman Psikolog Özlem Albayrak büyük bir kesimin bu ve benzeri problemleri yaşadığını ve böyle giderse yaşamaya da devam edeceğini söylüyor. Aslında biz de onların güldüğü, paylaştığı şeylere gülüyor, eğleniyoruz. Tek farkımız bu espri anlayışını gerçek hayatta da eğlenmek için kullanabiliyor olmamız. Caps’ler bizi de güldürüyor, komik tweetleri retweetliyoruz… Yalnız yeni nesil için durum biraz farklı. Onlar için o espriler orada üretilip orada kalıyor. Sadece paylaşıyor, Whatsapp’ta emojiler ile tepki verip geçiyorlar. Aynı espriyi sen yapsan yüzüne garip garip bakıp “hiç komik değil” der. Ya da diyelim ki güzel muhabbetli bir ortam var ve düşük bir ihtimal olsa da ortamı sevdi. O ortamda da sanal dünyasına ait bir espri yapmayı tercih eder. Gerçek hayatta mimik, ruh ve heyecan vardır. Yeni nesilde bu olmadığı için espriyi de adabıyla yapamaz. Ne kendisi gülebilir ne ortamdaki insanlar. Bu başarızlık onları güvenli hissettikleri sanal dünyalarına daha da iter. “Orada bana gülüyorlar, beni seviyorlar” diyerek kendini sanal olarak teselli eder ve iyice içine kapanır. Bununla ilgili en somut olay, milyon takipçili bir ‘sosyal medya fenomeni’nin TV programına konuk olmasıydı. Reyting beklentisi ile stüdyoya çağrılan konuk, performansıyla TV yapımcılarını büyük hayal kırıklığına uğratmıştı. Fenomenimiz de karizması epey zedelemişti. Çünkü yerini yadırgamış, yapamamıştı. İstisnalar muhakkak var ama şu söyleyebilir ki fenomenler sosyal medyada ünlüler. Birçoğu gerçek hayatta sıradan ve hatta asosyaller.

İş hayatı büyük problem
Şimdi bu nesil çok genç, bir çoğumuz bu durumu gençliklerine veriyoruz fakat işin çok ciddi bir tarafı var. Karakter gelişimleri yavaş, el motor becerileri kötü, komut ve algı sistemleri ise yok denecek seviyede. Büyüdükçe daha büyük sorunlarla karşımıza çıkacaklar. Bazılarına iş hayatında denk gelmeye başladık bile. Çok uyaranlı bir sistemden gelen bu gençler bir işte çalışma konusunda büyük sıkıntı yaşıyor ve yaşatıyor. Sıkılıyorlar! İş hayatı onları eğlendirmiyor. İş hayatı onlara çok monoton geliyor ve çalışmaktan vazgeçiyorlar. Birçok kurumun insan kaynakları birimleri bu durumu nasıl aşacağının, konsantrasyonlarını yükseltmenin ve iş yerlerini genç çalışanlara beğendirmenin derdine düşmüş durumda. Zaten uygulamalar bu yönde olmazsa Z nesli kayıp gençlik olarak tarihe geçecek. Ailelerine, ülkelerine hatta dünyaya yük olacaklar.

Böyle giderse bilim dünyası durma noktasına gelecek, edebiyat cep kitaplarından öteye geçemeyecek. Müzik konusunda da eskiye dönüşün bir sebebi de belki budur.

Teknolojiyi gerektiği gibi kullanamazsak sonumuz yakın. En kritik görev ise ebeveynlere düşüyor. Bu çocukların teknoloji ile teması nasıl ve ne kadar olmalı konuları onların kontrolünde. Bu tabii ki yeterli değil. Çıkarılacak kanunlarla, sorumluluk alanı net çizilmeli, eğitim sistemimiz buna göre yapılandırılmalı. Siz kendi çocuğunuzu kontrol ederken diğer çocuklar aynı sistemin içinde kalırsa sizin çocuğunuz haklı olarak reaksiyon verip sisteme geri dönmek için elinden geleni yapıyor. O yüzden bu iş ancak toplu bilinçle çözülebilir.

Ben teknoloji yazarıyım, bu işin faydalarını, hayatımızı nasıl kolaylaştırdığını artılarını yazıyorum. Fakat eksileri de görmezden gelemeyiz.

Silikon Vadisi’nin teknoloji bilmez çocukları
Tüm hayatı teknoloji üzerine kurulu sistemin üst düzey yöneticileri çocuklarını el becerilerini geliştirecekleri, tahta, tebeşir, oyun hamuru, bol spor, dikiş, nakış eğitimin olan, kalem, kağıt kullanan, akıllı tahtasız, telefon tabletsiz bir okula gönderiyorlar. Okulda hikayeler anlatılıyor, hayal güçleri sosyal aktiviteler eşliğinde güçlendirilen bu çocuklar tıpkı olması gerektiği şekilde dünyaya hazırlanıyor. New York Times’da yayınlanan bir makale sonrası dünyanın haberdar olduğu ve büyük yankı uyandıran okulun adı Waldorf School of The Peninsula. Peki bu CEO’lar neden böyle yapıyor? Çünkü bu yaşananlara hepsi tanık oluyor ve gelecekte şirketlerini, insanları yönetme becerisi olan insanların iş hayatında var olabileceğini çok iyi biliyorlar. Google’ın üst düzey yöneticisi Alan Eagle: “Beşinci sınıfa giden kızım henüz Google kullanmayı bilmiyor, bunu yerine dikiş biliyor” diyor. Hedefleri bir gün kendi çoraplarını dikebilmekmiş. Bizim çocuklar bir ödevi için araştırma yapmayı bile doğru dürüst bilmiyor. Neyi nasıl arayıp bulacak hangi adımlarla problemi çözecek, en ufak fikirleri yok. Google’a sorarım diyor! O ne derse doğru o! Belki bir de Wikipedia... Akademik olarak zaten berbat durumdaki eğitim sistemimizin üzerine tüy dikilmiş durumda. Kurtuluş Savaşı sonrası ülke Köy Enstitüleri sayesinde tekrar ayaklandı. Sorunun cevabı da Estitülerde nelerin nasıl öğretildiğinde yatıyor.

Çocuklarımızı, teknolojiden izole etmek yerine ona nasıl hükmedeceğini öğreterek yetiştirmeliyiz.

Son olarak yeni bir hastalık ve yaşlılarda görülen mevcut bir hastalığın çocuklarda başladığını söyleyerek konuyu toparlayayım. Vücut duruş bozukluğu, parmak kireçlenmesi, göz bozuklukları, boyun fıtığı gibi hastalıklar çocuklarda görülmeye başlandı. Ruhsal olarak da büyük problemler var. Bu parlak, yüksek çözünürlüklü dünya çocukların algılarını bozuyor. Gerçek ile sanalı birbirinden ayırt edemiyorlar. Psikolog Özlem Albayrak “Bu durumun ruhsal problemlere zemin hazırlaması büyük bir sıkıntı” diyor. Uyuşturucu kullanıp halisülasyon görenlerden bir farkları kalmamış. Yazıyı tanınmış gelecekçilerden (fütürist) biri olan Alvin Toffler’ın endişelerimi özetleyen bir cümlesiyle bitireyim: “Geleceğin cahilleri okumayan değil, nasıl öğreneceğini bilmeyen kişiler olacak.”