Bahar gelmiş, evin yanındaki ceviz ağacının kıymetini bir kez daha anlıyorum. Çoğu insanın yaşamak isteyip de fırsat bulamadığı bir yerdeyim. Tabii ev sahibim kiraya bu aylarda zam isteyince işin tadı kaçtı. Zaten gereksiz bir kira veriyordum, bakalım şimdi ne olacak? Bir yandan da evimden çıkmak istemiyorum. Gördük işte, işe gitmeyince de işler yürüyor zaten. Bir de bu güzel ortamı bırakıp her gün 8-9 saat yolda ve çok beğenmediğiniz ya da tercih etmediğiniz bir muhitte çalışmaya gitmek çok da anlamlı değil. Tabii ki benim derdim bu. Kim bilir kimlerin ne dertleri var?

İçe dönüş yaşayıp tekrar bireyselliğimizi bulmaya çalıştığımız şu günlerde gerçekten de herkes birkaç dakikalığına ünlü olabiliyor. İşin ilginci ise bu değil işin ilginci neredeyse herkesin ünlü olmak istemesi. Herkes ilgi meraklısı, herkes her konuda her fikrini söylemek ve onaylanmak zorunda, herkes her şeye karşı. Çok değişik günlerdeyiz gerçekten de. Bu günlerde Süpermen olup dünyayı yok olmaktan kurtarsanız, emin olun birisi çıkar “Kaderimizle oynadın” der.

Tacize uğrayan bireylerin isyan çığlıklarının altına “Belki de o taciz değildi” gibi şeyler karalayabilen, bundan da utanmayan sıkılmayan insanlar yetiştirebilen bir toplum haline geldik. Polisin sokağa çıkma yasağında sokakta durdurup yüzlerini duvara döndüğü insanlara bile “Belki de suçlular, ne malum?” diyebilecek kadar basit insan haklarından uzaklaşmış bir toplum yarattık. Evde liste yapıp komşularını olası bir darbe girişiminde paketlemeyi düşünen, (herhalde komşularını kendilerine göre darbe sevdalısı olarak gören) insanların oluştuğu bir toplum yarattık.

Ramazan münasebetiyle ekranlarda soru-cevap yapan bir din ulemasına “Annem babam kredi çekmiş, ben bu krediyle dünyaya gelen bir tüp bebeğim, acaba ben caiz miyim?” diye kendisini sorgulayan bireylerin olduğu bir toplum oluşturduk. Tabii ki bu durumların hepsi artık iletişim çağında olduğumuz için önümüze daha fazla çıkmakta. Fakat yeni normalde de hiçbir şey normal değil.

Ülkeyi betonlaştırmasıyla ünlü ekipler gelip “Milyarlarca ağaç diktik” diyebiliyorsa, her şey mümkündür. Millete hizmetkar olarak geldik deyip de sonu gelmeyen konvoylarla (hadi tamam güvenlik gerekçesi ile) dolaşanları geçelim, her makama oturanın altına en güzelinden yabancı arabaları çekip de sonra “Yerli ve milli” nutukları paylaşması gerçekten gözleri dolduruyor. Ağlamıyorum, gözüme kur kaçtı…

Artık ipin ucu iyice kaçtı. Kimse olduğu yerde neden olduğunu bilmiyor. Kimsenin işi, makamı garantide değil. Her şey tek bir ağızdan çıkıyor, her fikir tek bir yerden yansıyor. Gün geliyor, “o onu öyle demek istemedi” ler çıkıyor. İşin üzücüsü çıkan tek fikir de sürekli “dik” durduğunu söylerken günden güne manyetik alanı bozulmuş bir gezegendeki pusula gibi fır fır dönüyor. Ne denilirse tersi oluyor, yalanlar gerçek, gerçekler yalan oluyor. Gözümüzle gördüğümüz şeyler hayal, hayaller yeni gerçek oluyor.

Haliyle ne kimse kimseye inanıyor ne de kimse kimseye güveniyor.

Her yalan kendisinden daha büyük bir yalancıyı doğuruyor. Korku ve mantıksızlık geleceğimizi bulanıklaştırıyor.

Bildiğimiz tek bir doğru var, o da doğrularımızın doğrulukla alakası olmadığı.

Kim “Bir şeyi en çok ben severim” diyorsa nasıl oluyorsa her seferinde de dediği şeyi en az umursayan olarak aniden ortaya çıkıyor. Yeni gerçeklikte aslında her şey ters yüz olmuş durumda. Yalancılar dürüst, dürüstler yalancı olabiliyor. Kırk kez söyleyince daha da hızlı oluyor. Tarih hep tekrar ediyor.

Bu kısmı hem kötü hem de iyi tabii ki.