Wallace-Wells: Küresel ısınmadan öğrenecek bir şey yok çünkü onun verdiği dersler üzerine düşünecek zamanımız yok, onunla aramızda böyle bir mesafe de yok. Nihayetinde bu hikâyeyi salt anlatmıyor, bir yandan da yaşıyoruz. Daha doğrusu yaşamaya çalışıyoruz; tehdit muazzam.

‘Yeni normaller’ çağı

Ali BULUNMAZ

Küresel ısınma ve iklim değişikliği zamanımızın en hayatî sorunları. Bu konuda yıllardır uyarılarda bulunan uzmanlardan biri olan Bill McKibben, 1989’da yayımlanan Doğanın Sonu’nda (Çeviren Berna Göl ve İlksen Mavituna, Everest Yayınları, 2015), “eski doğa son derece güvenilirken yenisi, tahmin edilemez bir yapıda” deyip insanın müdahaleciliğinden dem vurmuştu:

“Biz atmosferi değiştirdik ve bu yüzden hava da değişiyor. Havayı değiştirerek dünyadaki her noktayı insan yapımı ve sunî hâle getiriyoruz. Doğayı bağımsızlığından mahrum ettik ve bu, doğanın anlamı açısından ölümcül bir durum. Onu doğa yapan bağımsızlığıydı; onsuz geriye bizden başka hiçbir şey kalmıyor.”

1989’dan bu yana köprünün altından akan suların ardından hepimiz iklim değişikliğinin etkilerini her geçen gün biraz daha fazla hissettik. Dünyanın nüfusu arttı, sıcaklıklar yükseldi, buzullar eriyor, ormanlar git gide azalıyor ve felaket filmlerindeki sahneleri aratmayan afetler günlük yaşamımızın bir parçasına dönüşüyor. Hayal bile edemeyeceğimiz ‘yeni normallerle’ yaşamaya uğraştığımız bu dönemde McKibben’ın otuz yıl önceki uyarısının gerçeğe dönüştüğünü de görüyoruz: “Şimdi dünyaya gelen bir çocuk, hiç doğal bir yaz, sonbahar, kış ve ilkbahar göremeyecek. Yaz artık bitiyor ve yerine adı yine ‘yaz’ olan başka bir şey geçiyor. Bu yeni yaz, eski yazın özelliklerini kısmen taşıyabilir ama yaz olmayacaktır, tıpkı bir protezin asla bir bacak olamaması gibi.”

David Wallace-Wells, Yaşanmaz Bir Dünya’da senelerdir yapılan bu uyarılara kulak asmayanlar yüzünden şimdilerde karşılaştığımız manzarayı kaleme alırken hızla değişen gezegeni; havayı, suyu ve toprağı anlatıp aynı hızla yaşamımızı gözden geçirmemiz gerektiğine dair uyarılar sıralıyor.

BU DAHA BAŞLANGIÇ

Geçen haftalarda İngiltere Yüksek Mahkemesi, dokuz yaşındaki Ella Kissi’nin ölüm nedeninin hava kirliliği olduğuna ilişkin bir karar verdi. Böylece bir ölümün hava kirliliğinden kaynaklandığı ilk kez resmî kayıtlara geçti. Bu belki de bir dönüm noktası olacak. Fakat uzun zamandır buna benzer acı tecrübeler ediniyoruz; küresel ısınma ekolojik, patolojik, sosyal, kültürel ve her hareketimizin belirleyicisi olan ekonomik kriz ve felaketlere yol açıyor. Wallace-Wells’e göre tüm bunlar sanılandan daha hızlı gerçekleşiyor: “Sanayileşmiş dünyanın kamikaze misyonunun hikâyesi, tek bir ömre sığar; gezegenimiz görünürde istikrarlı bir durumdan felaketin eşiğine, bir vaftiz ya da bar mitzvah ile bir cenaze arasında geçen süre zarfında getirildi, yani bir ömürde.”

Büyük umutlarla imzalanan antlaşmaların (Paris, Kyoto vd) kâğıt üzerinde kalmasının, küresel ısınmayı ve iklim değişikliğini daha yıkıcı hâle getirdiğini söyleyen yazar, bugünlerdeki mülteci krizinin, baş gösteren yiyecek ve su sorunlarının henüz bir başlangıç olduğunu not ediyor. Küçültmemiz gereken karbon ayak izimizi istikrarlı şekilde büyüttüğümüz yeryüzü yeni krizlere gebe; bu nedenle Wallace-Wells, iyimserlerdense uç tahminlerde bulunanları dikkate alıp “iklim değişikliğini tersine çevirmeyi umabilirsiniz ama bunu yapamazsınız; iklim değişikliği hepimizin önüne geçecek, artık doğal felaket yok” diyor. Dolayısıyla yeni bir yaşamın eşiğindeyiz; yazarın ifadesiyle “normalin sonuna geldik”, daha evvel görmediğimiz ama yıllardır görebileceğimiz söylenenlere rastladığımız ‘yeni normaller’ çağındayız artık: Kuraklık ve seller, aşırı sıcaklar ve aşırı soğuklar bu ‘yeni normaller’ çağında buzdağının sadece görünen kısmı.

AÇLIK İMPARATORLUĞUNA DOĞRU

Wallace-Wells’in hatırlattığı ‘iklimsel kast sistemi’ndeki en yoksul ülkeleri vurmaya başlayan ve bir domino etkisi yaratıp uzun vadede kapitalizmin nimetlerinden faydalananları da kervana takacak küresel ısınma, iki kuşak ortaya çıkardı: İlk kuşak, gezegeni ‘topyekûn inşa ederken’ ikincisi; geleceği koruma, yıkımı durdurma ve alternatif yaşam yolları bulmaya uğraşıyor. Başka bir deyişle üretimle bağlantılı olarak tüketimi bir kültür hâline getirenler ve tüketimi azaltıp tüketilenin en azından bir kısmını geri kazanmak isteyenler yani iklim krizini yaratanlar ve bunun bir var oluş krizine dönüştüğünü düşünüp hızla eyleme geçilmesi gerektiğini söyleyenler arasında bir gerilim söz konusu.

İkinci kuşak, yeryüzünün ateşinin daha da yükseleceğini, buna bağlı olarak göçlerin, kıtlığın ve su krizinin küreselleşeceğini biliyor. Wallace-Wells de bu bağlamda çarpıcı bir not düşüyor: “Geçmiş yüzyıllarda pirinç üstüne imparatorluklar kurulmuştu. İklim değişikliği ise dünyadaki yoksullar arasında kurulacak bir açlık imparatorluğu vaat ediyor.”

Wallace-Wells’in küresel ısınma ve iklim değişikliği çözümlemelerine denizlerin yükselmesi kadar yangınlar, tatlı su kaynaklarının yitirilmesi, hava kalitesinin düşmesi, ekonomik krizler ve salgın hastalıklar da dâhil. Bütün bunlar, hem ekolojik krizleri hem de insanın doğal olmayan felaketlere karşı vereceği tepkinin belirsizliğini içeren muamma dolu bir paket.

Kâr gibi dertlerin de eşit dağılmadığı gezegenimizin bir ‘iklim krizi kafesine dönüştüğünü’ belirten Wallace-Wells’e göre dramatik, popülist ve boş umut satan hikâyeler yerine Antroposen (insan çağı) ile Eremosin (yalnızlık çağı) arasında sıkıştığımız şu dönemde, veri ve gerçeklere odaklanmalıyız.

Küresel ısınmaya ve iklim değişikliğine bağlı ekolojik krizin yaşamın her noktasına dokunduğunu söyleyen Wallace-Wells’e göre bu durum, daha şiddetli kapitalist girişimlere yol açabilir; büyüme vaadiyle gemisini yürüten sistemin kaptan köşkündekiler, kendileri için gerekli önemleri alıp krizden en az zararla çıkma uğruna gelir eşitsizliğini büyütmekten geri durmayabilir. Öte yandan, son sürat teknoloji geliştiren ve yazarın deyişiyle tanrılaştırılan şirket ve kişiler, insan-sonrası döneme hazırlanıp bir başka tüketim kültürü yaratırken küresel ısınmaya ve iklim değişikliğine pek kafa yormuyor, yeşil enerjiye yatırım konusunda elini korkak alıştırıyor. Bu da aktivistlerin çalışmalarını sekteye uğratıyor. Krizi yaratan kapitalizm ve kriz kapitalizmi sütre gerisinde birbiriyle ilişki kuruyor kısacası.

Covid-19 pandemisi yüzünden konuşup tartışmayı ertelediğimiz küresel ısınmaya ve iklim değişikliğine yönelik çözüm önerilerini tekrar ve hızla gündeme getirmek zorundayız. Bu yönde bir çağrı yapan Wallace-Wells, bir şeyleri geri döndürmek için fazla vaktimiz kalmadığını düşünüyor: “Küresel ısınmadan öğrenecek bir şey yok çünkü onun verdiği dersler üzerine düşünecek zamanımız yok, onunla aramızda böyle bir mesafe de yok. Nihayetinde bu hikâyeyi salt anlatmıyor, bir yandan da yaşıyoruz. Daha doğrusu yaşamaya çalışıyoruz; tehdit muazzam.”