Dünya aylardır Suriye’de yakalanan IŞİD’lilerin hukuki durumunu tartışadursun, Barış Pınarı Harekatı ile, PYD’nin “IŞİD kamplarındaki denetimin zayıfladığı”, Koalisyon’un “IŞİD’lilerle ilgili bilgilerin Türk hava gücüyle bundan böyle paylaşımayacağı” ve ardından Rusya ve Irak’tan gelen “IŞİD’lilerin kaçacağı”, “Türk harekatının IŞİD’e nefes aldırdığı” açıklamaları art arda geldi.

İnsanlık ikiye, üçe, belki dörde bölünmüş halde. Sorun Avrupa ülkeleri temelli tartışılıyor: IŞİD’liler vatandaşı oldukları Avrupa ülkelerine dönsünler mi? Buna Avrupa’nın büyük bölümü karşı. Hazır Avrupa’dan çıkmışken, Irak’ın kurduğu “seri mahkemeler”de onları yargılayıp kurşuna dizmesine sessizce ve yüzsüzce rıza gösteren ülkeler çoğunlukta. Suriye’de bir “özel mahkeme” kurulması konusunda ise hükümetler birleşemiyor. Zira Kuzey Suriye’de bir “devlet” yok, öte yandan “Esad’ın da insanlık suçları işlediği” itirazları var.

Bir “Yeni Nürnberg” kurulmasına karşı kuşkular dile getiriliyor. Avrupa’da kurulacak bir mahkemenin “yargılama yetkisinin olmadığı”, “hangi mevzuatı esas alacağının belirsiz olduğu” ya da “delil toplamanın zorluğu” itirazları öne çıkıyor. Aslında bu itirazların hiçbir makul değil ve insanlık bu meseleyi Nurnberg’te -bir süreliğine- çözmüştü. Benzer itirazlar, üç çeyrek yüzyıl önce de vardı, çok şeye engel de oldu.

11 Aralık 1946 tarihinde BM Genel Kurulu, Nürnberg’e de eşlik eden ulus devletler dışında bir uluslararası yargılama düzeni ve makamının gerekliliği felsefesini kabul etmişti. Bu tarihte alınan kararlarla, Nürnberg’in savaşın dayattığı geçici bir fenomen olmadığı, bu mahkemeye, statüsüne ve kararlarına yön veren ilkelerin aslında bir “uluslararası ceza yasası” olduğu tartışmasızdır (Cansu Koç Başar, Roma Statüsü Bağlamında İnsanlığa Karşı Suçlarda Devlet Politikası). Buna, 1948 tarihinde soykırımın önlenmesi ve cezalandırılması için kabul edilen ünlü sözleşme de güçlü bir temel yaratmıştı.

Ancak geçen yüzyılın ortasında başlayan “Soğuk Savaş”, tüm bu çabaları ve hazırlıkları, sosyalizmin yıkıldığı 1990’lara kadar erteledi. Kapitalizm-Sosyalizm rekabeti, “ortak bir mahkeme” ihtimalini sahneden kaldırdı. Batı Almanya, kapitalist blok içinde yer alınca, Naziler’e karşı açılan davalar da tavsamaya başladı. ABD’de açılan ve iki yüze yakın üst düzey Nazi’nin yargılandığı ve cezalandırıldığı davalar zincirine, “bir komünist tezgâhı” olarak bakılmaya başlandı. Naziler’in cezalandırılması değil, “Sovyetler’e karşı güvenilir bir müttefik olarak Almanya’nın inşası” tezi öne çıktı. Nitekim Amerikalılar, 1951 başında dokuzu hariç seksen yedi Nazi tutuklusunun cezasını indirdi, üçte birini hemen saldı.

Almanya’da açılan davalar da aşağı yukarı benzer bir süreçten izledi; savaşın sonundan iki Almanya’nın birleştiği 1992’ye kadar Nazi zamanı suçlarından altı binin üzerinde insan mahküm olmuştu; bunun sadece yüzde yirmisi 1949’dan sonraydı (Sadakat Kadri, Dava).

1990’lı yıllarda, “sosyalizm tehlikesi” tarihe karıştıktan sonra, Bosna ve Ruanda soykırımları temelinde iki uluslararası mahkeme kuruldu ve insanlık suçlusu zanlılar yargılanıp çeşitli cezalara çarptırıldılar (“Küresel yargılama” felsefesine uygun, Soğuk Savaş dönemine özgü ve istisnai tek örnek üst düzey Nazi Eichman’ın Arjantin’den kaçırılıp İsrail’de yargılanmasıdır).

Nurnberg ve Cenevre Sözleşmesi, failler kim olursa olsun, herhangi bir sivil nüfusa yönelik öldürme, toplu yok etme, köleleştirme, tehcir etme ve diğer insanlık düşmanı fiilleri gerçekleştirenlerin devletler tarafından soruşturulmasını ve cezalandırılmasını gerektirmektedir. Eichman’ın yargılanması, bu suçların herhangi bir yerde yargı konusu olabileceğini de göstermiştiir. Cihatçıların 7 yıl boyunca Suriye ve Irak’taki eylemleri, soykırım ve insanlığa karşı suçtur. “Yeni Nurnberg” Suriye’de, Irak’ta, Almanya’da olabilir, bu işi -yarattığı dehşetli insani yıkım nedeniyle- ulusalüstü bir mahkeme de yapabilir, ulusal mahkemeler de.