Yeni politik özneyi anlamak

BORA ERDAĞI

“Yeni dünya düzeni”nin ve/veya yeni Türkiye’nin devrimci politik öznesinin kim olduğu tartışması felsefi bir konudur. En azından Alain Badiou için. Aslında bu tartışma yirminci yüzyılın son çeyreğinden beri süregelen ve artık yakıcılıktan öteye geçmiş karanlık bir geleceğin içine yerleştiğimizi iddia eden bir yığın alametle birlikte; yani, felsefi bir tartışma olmadan önce, teorik olarak siyaset biliminin ve pratik olarak siyasetin bir krizi olarak çoktan tartışılmaya başlanmıştı.

Badiou bu tartışmayı felsefe ile politika arasındaki gizemli ilişki bağlamında iki gerekçeyle felsefi bir tartışma olarak temellendirmektedir. Birincisi Badiou’ya göre felsefe, hocası Louis Althusser’in dediği gibi philosophia perennis’dir, bir tür “ebedi dönüş”tür, teorik düzeyde politik mücadeledir, yeni ayrımların normatif örgütlenmesidir, değişmezliğin bilmeden çok eylemin niteliği ile ilgili olduğunun ortaya konmasıdır. Felsefe, kendisinin tarihine sahip olmaktan daha çok değişmezliğin yenilenmesini içeren çeşitlenmelere sahiptir. Tam da bu yüzden felsefe, ancak felsefe-dışı bir gerçeklik ile beslenen bir bilgelik olarak var olur. Bir başka ifade ile felsefenin sonu, felsefenin bir adım daha atılmasının imkânını taşıyan şeydir. Bundandır ki konu olarak aynı kalmakla birlikte, felsefi eylem olarak yenilenen adımın kendisi yeni felsefi oluşumun da kendisini yaratır. Bu, Althusser’in felsefeyi bilimin -matematik, fizik, tarih, biyoloji- ardından gelişen bir yapı olarak tespit etmesine yol açar. Benzer olarak, Badiou felsefeyi sonsuzluk düşüncesine kapı aralayan düşünüşler –bilim, politika, sanat, aşk– ardından gelişen yapı olarak tespit eder. Tam da bu gerekçe ile “yeni dünya düzeni” yeni devrimci özneler ile birlikte felsefi bir konu haline bu yüzden gelir.

Felsefeyi bu şekilde tanımlamış olması Badiou için, “felsefe ile politika arasında gizemli bir ilişki var olduğu savını” başka bir şekilde temellendirmesine de yol açar. Özellikle 1968’ten sonra iyice çeşitlenen ve belirginleşen devrimci politik özneler; i) kanlı canlı hareket eden, ikircimli zafer elde eden, vaatkâr öznellikler inşa eden öğrenci gençlik, ii) “başkaldırmakta haklıyız” diyen halkçı gençlik, iii) “beraber, hep beraber” diyen maaşlı (taşralı) sıradan kitle, iv) aşağıdan, Mağriplerden ve öteden gelen yeni proleterler bu temellendirmenin asli dinamikleridir. Çünkü bu dinamikler yeniden demokrasi-felsefe-politika bağının inşa edilmesini ve kavranmasını sağlar. Demokrasi, felsefe ve politika arasında, bunları birbirine bağlamakla kalmayan, adeta bunları birbiri ile düğümleyen bir “geçiş-lilik” vardır. Bu düğümlerin çözülmesi için Badiou felsefe-dışı olana gider; felsefede “küme kuramı”nı tedavüle sokar. Kısaca bunu özetlemeyi deneyelim aşağıda.

Badiou için, demokrasisiz bir ortamda felsefe var olamaz, felsefenin varlığı zorunlu olarak demokrasiye bağımlıdır. Felsefeden politikaya geçiş ise zorunlulukla değil “güçlük”le açıklanabilir. Çünkü felsefe, gerçekliği dile getirenden bağımsız, meşruluğunu kendinden alan bir nesnel/evrensel dile getirmedir ve ussal bir zihnin hakikatinin birliğini ortaya koyar. Dolayısıyla demokrasi, hakikat arayışı/inşası bakımından zorunludur, ancak; ussal zihnin hakikatin kendisi, politik bir gerçeklik açısından –politik hakikat olarak– gerçekliğe müdahale etmesi, zorlayıcı ve güçlük yaratan bir durumdur. Bu, Richard Rorty’nin Platon’a tam zıt bir şekilde dediğini haklı görmeye yol açar; “demokrasi felsefeden önemlidir”. O halde burada ölümcül soru “felsefeye ne olacak?”tır. Eğer ussal zihnin kendisinden vazgeçmeyeceksek, felsefeden feragat etmeden ya da her şeyi göreliliğin ve kuşkunun kucağına bırakmadan evrenseli savunmak, hatta karanlık dünyadan çıkış için bir adım daha atabilmek gerekir. Badiou bu çıkışı Lenin’in demokrasi kavrayışına kulak vererek aşmayı salık verir.

Lenin’e göre demokrasi, bir açıdan ve çoğunlukla kavrandığı şekliyle amaç, norm, yasa (hukuk) olan ve (doğal olarak) adaletle hiçbir ilgisi olmayan bir devlet biçiminin adıdır, diğer yandansa kitlesel/anonim/ortaklaşa bir eylem tarzının adıdır. İkinci manada demokrasi politik hakikat değildir ama politik hakikati bulmanın aracıdır. Bu da hakikatin, politik hakikat olarak tezahürü esnasında adalet ilkesi aracılığıyla bireysel çıkarlar üzerinde yarattığı baskıyı, politik hakikatlerden vazgeçerek değil, aksine politik hakikatleri kitlesel/anonim/ortaklaşa eylemin çıkarı olarak adaletle birlikte kurmakla aşılabilir. Politik hakikati bulmak bir arayış sorunudur ve arayış, sonsuzca yinelenme barındırdığı için, sürekli yeni devrimci politik öznelere ve onların taleplerine uygunluk taşıyacaktır. Badiou, küme kuramını burada kullanır. Devrimci politik öznenin kim ya da kimlerden; hangi ittifaklar, kopuşlar, birleşmeler şeklinde sonsuzca devineceği, dolayısıyla politik hakikatlerin nasıl inşa edileceği artık bir baskı konusu değildir.

Badiou demokrasinin felsefe için öncesinde biçimsel zorunluluk, sonrasında gerçeklik şeklinde kurulduğu bu yeni duruma komünizm adını vermektedir. Komünizm’in, yani; politik hakikatler barındıran gerçek demokrasinin politik öznesi Badiou’ya göre ne aristokratik bir kahraman olarak savaşçı ne de Fransız devriminden beri aşındırılmakta olan asker figürüdür, onun kahramanı “arkadaşıma dokunma” diyen ve 68’den beridir daha fazla karanlıklara müdahale edenlerdir.