Yeni Türkiye, 1 Kasım seçimlerinden sonra tek önceliğinin ‘başkanlık sistemi’ olduğunu açıkladı.
Elbette ‘fiili durum’ için 1 Kasım seçimleri, sadece düz bir seçim değil seçim kaybederek gitmeyecek bir iktidarın ‘yüz yıllık yürüyüşünün’ önünü açmaktı.

1 Kasım, iktidar gücünün despotik tarihimizden derlenmiş şiddet-vahşet potpurisini dört ay boyunca kitlelere dayatarak siyasi teveccühünü aldığı tarih olmuştu.

Dolayısıyla sırada ‘millet-parti-devlet-tek adam’ blokunun taşıyacağı düzen değişikliği vardı.
1 Kasım tarihi Yeni Türkiye’nin yüzde 49.5’lik oy desteğini yanına almış bu ‘büyük sıçrama’ ve açılan ‘yeni yüzyıllık sayfası’ diye yorumlandı.

Yani neoliberal sermaye birikim aparatları ve kapitalist tüketim kültürünü İslamcı değerlerle derinden mecz etmiş Yeni Türkiye, bu eklektik tarihsel uzlaşıyı ‘rejim değişikline’ taşımazsa tarihte gidecek yeri kalmadığını biliyordu.
Bu yüzden yeni anayasa adı altında göbeğine ‘Türk Usulü Başkanlık Sistemi’ yerleştirilmiş ama içerdiği sözde hak ve özgürlükler fiiliyatta güvenlikçi yasalar tarafından geçersiz biçimsel çalışmayı birincil gündem edinmişti.
‘Ülkeye lig atlatacak’, yabancılara vatandaşlık bonuslu 1 milyon dolar ev satarak ekonomisi taşacak Yeni Türkiye’nin, ‘sivil demokratik anayasa’ hedefi tabii ki başkanlığa geçiş ve rejim değişikliği demekti.

Herhalde yakın gelecekte yargı gibi etkisiz kurum olmaya mahkûm Meclis’in kısmen dahil olacağı son icraatı da bu olabilirdi.
Ve ‘fiili güç toplanması’ anayasal meşruiyetine kavuştuktan sonra kararname ve üst kurullarla yöneteceği Yeni Türkiye’de ne Meclis, ne siyasi partiler, ne de kanlı seçim kampanyasıyla ‘tecelli ettirilen’ sandık iradesinin hükmü kalacaktı.
Daha dün birinci ayı dolan, 102 insanımızın göz göre göre öldürüldüğü Ankara Katliamı ve failleri nasıl hızla silinmişse öyle kapanmış bir yüzyılın, eski rejimin arkaik-yapıları olarak anılırdı.
Çünkü paradoksal görünse de piyasa rasyoneli tarafından on yıllardır güvencesiz, işsiz, geleceksiz bırakılmış, toplumsal olandan çözülmüş, birikimci sermayenin sömürü oran temsili, milli-yerli korkuları diri kitleler haziran-kasım arasında İslamcı piyasa hegemonyası etrafında toplanmışlardı.


Kitlelerin zihnine parti-devletle bütünleşmiş ‘mutlak tek kişilik’ iktidar algısı tek siyasi seçenek olarak yerleştirilmiş ve alınan yüzde 49.5’lik oy topyekûn milli irade desteği gibi algılatılmış diğer yüzde 50,5 ise sanki eşdeğer vatandaşlıkları yitmiş ‘azınlığa’ indirgenmişlerdi.

Muhtemelen olası referandum kampanyasında yeni Türkiye ve milli rejime karşı ‘unsur’ olmakla ateş çemberiyle kuşatılacaklardı.
Muhalif siyasetin ‘asgarisinin’ bile mümkün olmadığı ‘dehşet ve katliam psikolojisi’ taş misali olağanlaştığı ülkemizde kim başarılı, kim başarısız bezgin seçim analizleri alt alta dizilirken ‘yeni dönemi’ anca idrak eden, neoliberalizm yerli üreticisi ana medya ve haz guruları ‘himaye temennilerini’ acele iletmişti. Hal böyle olunca 1 Kasım ‘terörize’ seçim kampanyasında sözü edilmeyen ülkenin ‘altın fırsatı’ Başkanlık Sistemi tüm cephesiyle ortaya çıkmıştı.

Bir de yeni dönemin konjonktürel ittifakları 1990’ların ‘puslu savaş’ esnasında Cizre’de 12 yaşında çocuklar dahil 21 sivilin infaz ve gözaltında ‘kaybettirilmesi’ davasında JİTEM kadrosuna geçen hafta beraat kararı çıkınca iyice görünmüştü.

Ama tarihin sahnesi öyle egemen gücün “artık ben çıktım buradayım” diye ilan ettiği zaman ve zemini işaret etmez aksine çok dar anlarda zamanın akışını değiştiren, altüst eden toplumsal gerçekleri ağırlardı...