Prof. Dr. Nejla Kurul: Eğitimin karakteri, yeni rejime uygun biçimde siyasal İslamcı’dır. Bu rejim inşasının en çok etkilediği kurumların başında okullar ve eğitim alanı geliyor

Yeni rejimde eğitimin karakteri siyasal İslamcı’dır

SERBAY MANSUROĞLU / serbaymansur@birgun.net
@serbaymansur

Türkiye’de yükselişine devam eden otoriter yeni rejim kurumsallaşma adımları atarken eğitime de ciddi müdahaelerde bulunuyor. Son örneğini 15 temmuz darbe Girişimi sonrası öğretmenlerin açığa alınmalarında, görevden ihraçta bunu gördük. Yeni rejimin inşasını ve eğitime etkilerini Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi’nden Prof. Dr. Nejla Kurul ile konuştuk:

Siyasal iktidarın öne çıkan sözcüleri, darbe girişimi sonrasında devletin yeniden yapılanmasından sıklıkla söz ediyorlar. Kitle tabanı da dikkate alındığında yükselen bir faşizmden söz etmek mümkün müdür; bu eğitimi nasıl etkiler?

Devletin yapılandırılmasına dönük sert müdahaleler, büyük ölçüde 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında hızlandı. Siyasal iktidar, darbecilerle mücadeleyi fırsat bilerek kendisine muhalif olarak gördüğü tüm kesimleri “düşman” olarak tanımlayan bir anlayışla devleti yeniden yapılandırıyor. ‘Yeni bir rejim’ inşa ediliyor; bu rejimin değerleri, eylemleri ve iktidar örgütlenmeleri topluma dayatılıyor. Özellikle eğitim alanında olanları anlamak için işten atılan (28 bin öğretmen ve 2.346 üniversite çalışanı) ve açığa alınan (11.300) öğretmenlerin sayısının 40 bini aştığı anımsanırsa, yeni rejimin ideolojik ve politik alanı olarak görülen okullarda ‘istenmeyen unsurlar’ “etkisiz hale getiriliyor”. Bunlar yapılırken hiçbir hukuki kaygının güdülmemesi, yapılan işlerin ancak anti-demokratik koşullarında görülebilecek uygulamalar olduğunun açık göstergeleri. AKP ise muhalefetin etkisizliğine ve güçlü taban desteğine güveniyor; bu nedenle ‘faşizme doğru gidiş’in taşlarının döşendiği belirlemesi, siyasal kamuoyunda sıklıkla dillendiriliyor.

Prof. Dr. Nejla Kurul: Eğitimin karakteri, yeni rejime uygun biçimde siyasal İslamcı’dır. Bu totaliter ve otoriter rejim inşasının en çok etkilendiği kurumların başında, ihraç edilen ve açığa alınan öğretmen sayısının da teyit ettiği gibi, okullar ve eğitim alanı geliyor

Bu totaliter ve otoriter rejim inşasının en çok etkilendiği kurumların başında, ihraç edilen ve açığa alınan öğretmen sayısının da teyit ettiği gibi, okullar ve eğitim alanı geliyor. Diğer bir deyişle, çocukların ve gençlerin gündelik yaşamlarının önemli bir parçasını oluşturan okullar; öfke, korku, nefret, güvensizlik gibi karmaşık duygu ve düşüncelerle ve ciddi bir öğretmen açığı, özellikle deneyimli öğretmen eksikliği ile açılıyor.

Son yılları AKP iktidarında geçen 1980 sonrası dönem, büyük ölçüde yeni sağ devlet kuramından beslendi ve neoliberal dönüşümlerin insan ve doğa üzerinde yarattığı tahribatla anıldı. Özgürlükçü ve eşitlikçi paradigmadan giderek uzaklaştırılan okullar, öğrenciyi sınıfsal konumuna uygun okullara yönelten, cinsiyetçi (erkek egemen), muhafazakâr (siyasal İslamcı) ve milliyetçi (Türkçü) yönelime teslim edildi. Eğitime giren her kişi, en azından bir yönüyle yaralanarak çıkıyor sistemden.

‘Yeni rejim’ nasıl düşünüyor, hangi adımları atıyor?

‘Yeni rejim’, organik ve yekpare bir millete, derin bir bağlılık yaratmanın eğitimle mümkün olacağını düşünüyor. Bilindiği gibi, milliyetçi ideolojide etnik ve kültürel çeşitliliğe tahammül çok azdır; çünkü bu organik ve yekpare birliği bozacaktır. Milliyetçiliğe ek olarak eğitimin karakteri, yeni rejime uygun biçimde Siyasal İslamcıdır; okulun İslamileştirilmesine koşut olarak erkek egemen toplum tahayyülü, okullarda sert bir biçimde hissedilecektir. Siyasal iktidar, bir yandan ekonomi alanında sorgulamaksızın neoliberalizmin isteklerini yerine getirirken, diğer yandan millet iradesinin bir göstereni olarak güçlü devlet simgesi ile adeta sivil toplumun üzerine çökmüş durumundadır. Kutsallaştırılmış bir devletçilik, hem bir amaç, hem de bir örgütlenme biçimi olarak yeniden tesis edilmektedir. Kurumsallaşmış otoriter ve totaliter devlet ve liderliğin söylemi, okullarda hiç bir itirazla karşılaşmadan yaygınlaştırılmaktadır. Bu bağlamda, milliyetçilik ve devletçiliğe koşut olarak, “düşman” olarak görülen ötekilerin ve muhaliflerin ortadan kaldırılması ‘temizlik’ olarak ifade edilmektedir. Okullardaki öğretmenlerin atılmaları ve açığa alınmaları, bu arındırmanın sadece bir boyutunu oluşturmaktadır. Sıradan bir öğretmenin, öğrencinin ve velinin pozisyonu kabaca şudur: İktidarın söylem ve uygulamalarının yanında değilsen, mutlaka karşısındasındır. Demokratik iradenin karşısında bir darbe ile iktidarı ele geçirip devlet ve sivil toplumu şekillendirmeye çalışmış kadroların cezalandırılmasına dair kamuoyu desteğini fırsat bilip okullardan ve üniversitelerden demokratların, farklı etnik kimliklere sahip olanların, savaş karşıtlarının, sosyalistlerin ya da farklı inanç sahipleri ya da inanmayanların ‘temizlenmesi’, okulları doğal olarak tek tipleştirecektir.

Kurumsallaşmış otoriter ve totaliter devlet ve liderliğin söylemi, okullarda hiç bir itirazla karşılaşmadan yaygınlaştırılmaktadır

‘İnsanın özgürleşmesi engelleniyor’

Okulların ‘tek tipleşmesi’ ne ifade edecek?

Bir söylem alanı olmasına karşın öğretmenler ve öğrencilerin konuşamayan ve bu nedenle düşünemeyen varlıklar haline getirilmek istenmesi, okuldaki toplumsallaşmasının çölleşmesine yol açacaktır. Bugün okul yöneticilerin iyi bir eğitime ilişkin tahayyülü, “yüksek sınav başarısı”, okulların artan ticarileşmesi, teknoloji fetişizmi ve İslamileşmeyle sınırlıdır. Sanat, eğitim içeriğinden adeta dışlanmıştır. Pratikte, okulların sınıfsal olarak ayrışması, okullarda karma eğitimin fiilen kaldırılması, toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin ve cinsiyetler arasındaki sosyal mesafenin artması, farklı etnik ve dinsel kimliklerin baskılanması bu tahayyülün bir parçası olarak karşılık bulur. Bu yönelim, insanın özgürleşmesini engeller.

‘Yeni bir rejim’ inşa ediliyor; bu rejimin değerleri, eylemleri ve iktidar örgütlenmeleri topluma dayatılıyor. İşten atılan ve açığa alınan öğretmenlerin sayısının 40 bini aştığı anımsanırsa, yeni rejimin ideolojik ve politik alanı olarak görülen okullarda ‘istenmeyen unsurlar’ “etkisiz hale getiriliyor.”

Bir çıkış yolu var mı? Ne yapmalı?

Kötülüğün sıradanlaştığı dönemlerde, iyiliğin arayışları da yükselir. Eğer “Düş, gerçeğin vekili ya da tamamlayıcısı ise (Eliane Bickert, Çok Sesli Sessizlik), eşit ve özgür bir toplum düşü, bugünün kötücül gerçeğini aşmak üzere, tarihi ilerleten güçleri harekete geçirir. Totalitarizm, sonsuza dek sürdürülemez; organik ve yekpare bir toplum da imkânsızdır; özne, totalitarizmin kendi kendini kurma sürecindeki başarısızlığının bir sonucu olarak ortaya çıkar. O nedenle toplumsal yaşamın içinde öznellik üretiminin çoklu bağıntı ve etkileşim alanlarının genişlemesi olanaklıdır; bunun için ortak yaşamımıza ilginin yeniden canlandırılması ve siyasal bilinç ve eyleme ihtiyaç vardır.

Eşit ve özgür bir toplumun embriyonları, işaretleri, ilişkileri ve öznellikleri, içinde yaşadığımız kapitalist yaşam alanlarında uç verir. Bu çiçeklenme, kolektif/kamusal nitelikleriyle eğitim alanı içinde de mümkündür

Eğitime gelince, resmi eğitimin, türdeşleştirici, özümleyici ve arındırıcı pratikleri karşısında kamusal eğitimin çoğul ve zengin praksisini gerçekleştirmeye dönük ve eğitimin bileşenlerinin hem dünyayı hem de kendisini keşfine izin veren özgür bir eğitim anlayışını yeniden düşünmek ve inşa etmek için harekete geçmek gerekmektedir. Eşit ve özgür bir toplumun embriyonları, işaretleri, ilişkileri ve öznellikleri, içinde yaşadığımız kapitalist yaşam alanlarında uç verir. Bu çiçeklenme, kolektif/kamusal nitelikleriyle eğitim alanı içinde de mümkündür. Praksisimiz, Adorno’nun şu sözlerini hep hatırlatmalıdır (Auschwitz’den Sonra Eğitim): “… Nihayetinde tüm politik eğitim, Auschwitz’in asla tekrarlanmaması üzerine inşa edilmelidir. Bu sadece, açıkça ve herhangi bir otoriteyi öfkelendirme korkusu olmaksızın, kendini bu en önemli soruna adarsa mümkün olabilir. Bunu yapabilmek için eğitim kendisini sosyolojiye dönüştürmeli, yani politik formların yüzeyinin altında işlenen toplumsal güç oyunlarını öğretmelidir.