Üniversite hastanesinin Radyoloji bölümü. Zamane kodaman siyasetçisi yanında korumaları  Manyetik Rezonans (MR) çekimi için gelmiş. Doktor, her hastada olduğu gibi çekim öncesi bilgilendiriyor. Sürecin aşamalarını anlatıp, yaklaşık 15 dakika süreceğini söylüyor. Kodaman, biraz sitemkar, soruyor, “bize de mi 15 dakka!” Doktor ilkin anlamıyor, soran gözlerle bakıyor. Kodaman mütebessim, “yani doktor bizimkini de herkesi çektiğin kadar mı […]

Üniversite hastanesinin Radyoloji bölümü. Zamane kodaman siyasetçisi yanında korumaları  Manyetik Rezonans (MR) çekimi için gelmiş. Doktor, her hastada olduğu gibi çekim öncesi bilgilendiriyor. Sürecin aşamalarını anlatıp, yaklaşık 15 dakika süreceğini söylüyor. Kodaman, biraz sitemkar, soruyor, “bize de mi 15 dakka!” Doktor ilkin anlamıyor, soran gözlerle bakıyor. Kodaman mütebessim, “yani doktor bizimkini de herkesi çektiğin kadar mı çekeceksin?”

Kodaman, kendisine çekilecek MR’ ın diğer hastalardan farklı olması gerektiğine inanıyor!  Doktorun zihninden “olur mu sizin çekimde çok özel bir çözünürlük kullanacağız, normal hastalara kullanmıyoruz, özel ve değerli hatta biraz da gizli bir teknoloji…” gibi bir şeyler söylemek geçiyor. Ama hızla çıkarıyor aklından, hekimlik meslek ahlakı, hastayla ne olursa olsun alay edilmemesini öğütlüyor. 

Bu hikayedeki birinci çoğul şahıs dili AKP’ lilerin alameti farikası. Onlara herkese yapılandan daha farklı bir işlem yapılması gerektiği ve sıradan insanlar için geçerli kuralların onları bağlamayacağı inancı da. 

Bilindik ve anlaşılabilir bir iktidar şımarıklığı ya da güç sarhoşluğundan, ayrıcalık hissinden daha derin bir “karakter örüntüsü” var, sayısı çoğaltılabilecek bu örnekte. Kibir, elbette temel özellik, ama o kibrin gerisindeki doyurulamayacak açlık, haset ve dünyayı görme hali daha belirleyici. Kibir asıl meselenin yüzeyindeki bir çiğlikten öte değil. 

İlkin, şu “ben” yerine “biz” ve onun ayrılmaz bileşeni “benim bakanım, benim bayan polisim” söylemi. Biz, kendini büyük görmekle ilgili olmaktan çok, ben sadece ben değilim ben “Akparti kitlesiyim”  demek. Karşısındakine, sakın beni bir kişi gibi görme, ben iktidarın ayrılmaz bileşeniyim, deme uyarısı. Kendisinden biz diye söz edenin, o bizin dışında kalmama gayreti, bizin bir parçasıyım deme ihtiyacının da belirtisi. Bizin dışında kalırsa kendisinin sıradan biri hatta hiç bir şey olarak görülmesi korkusu. 

İkincileyin ise o “biz” in topluma, sıradan insana bakma biçimi. Toplumda “doğal” ve “kaçınılmaz” bir hiyerarşi olduğuna dair derin ve köklü bir yargıya sahip olunduğunun kanıtı. Öyle ki, hiyerarşinin aşağısında olanların hakları ve onlara sağlanacak olanlarla, hiyerarşinin üstünde olanların hakları ve   onlara verilecek olanlar arasında fark olması gerektiğine olan inanç. 

Biraz da bu yüzden kendisine de herhangi bir hastaya çekilen gibi MR çekilmemesi gerektiğine inanıyor. Demem o ki cahilliğinden değil bu beklentisi, yargısından. “Ejder meyveli smoothie, starex meyvesi eşliğinde aloevera ve efuli” menüsü de bu yüzden. Herkesin ulaşabileceği olamaz, olmamalı. 

Aynı zamanda eskiden yukarda olduğunu düşündüklerinin “nasıl yaşadıklarına” dair tahayyüllerinin de tanıtı. Boğazda viski yudumlayanlar söylemi de buradan kaynaklı, Çankaya köşkündeki yemek sofralarının eskinin Harem’ indeki işret meclisleri gibi olduğunun sanılması da 

Hiyerarşi, hakikat olarak kabul edildiğinde bir tepesi de olmak zorunda. Bizlerin en üstteki! O da dışarıya konuşurken aynı şekilde biz, Biz’ in üyelerinden söz ederken ise  “Benim” diyor. Biz’ e katılanları “mülkü” olarak görüyor. Hepsi en üstteki O sayesinde Biz olabildiğinden de, bu mülkiyet devrini gönüllü olarak yapıyor. İki taraf da haklı. Biz’ e katılanları ihya edecek tüm musluklar O’ nun elinde çünkü. Ben, beslemezsem  bir hiçler diyor, onlar da beslenmezlerse, Biz’ in bir parçası olmazlarsa bir hiç gibi hissediyorlar. Tabi sadece manevi anlamda değil somut maddi anlamda da. 

Topluma, seçmenlere “göbeğini kaşıyan adamlar” olarak aslında kimin baktığı da ortaya çıkmıyor mu? “Size 250 gramlık çay paketleri dağıtılacak evlere bunlarla girin, keyifle çay için, millet bahçesinde yatıp yuvarlanın, millet kıraathanelerinde bedava çay için, kek yiyin” diyen,  tanzim satışları kurarken, dağıtın şunlara ucuz domates, biber, patlıcan keserler seslerini, diye düşünmüş olamaz mı?

Faşizm, öyle ilan edilen, yasaya yazılan, resmi rejim olduğu açıklanan bir ideoloji değil. O “bize de mi onbeş dakka” olarak bilinçten sürçen zihniyet. Beka da beka tutturması da bu yüzden. Kaybederlerse parçalanacağından korktukları da memleket değil. Hiyerarşideki yerleri.