Bugünkü yazım okurun göreceği üzere bana tahsis edilen konu dışında. Enerji konusunda yazılabilecekler bu süreçte birkaç teknolojik gelişme, AKP’nin nükleer propagandası, İran –ABD arasındaki gelişmeler ve petrol fiyatlarındaki olası artış vb. ile sınırlı olup çok da yeni/bilinmeyen şeyler değil.

Değişim, emek sermaye ilişkileri ve sermayenin yapısında.

Değişim dijital teknolojilerle birlikte –belki büyük bir laf olacak ama- yaşam biçimimizde…

İşin ilginci bu hızlı değişimin pek de farkında olmamamız. Özellikle bizim gibi ülkelerde, sokaktaki vatandaş için.

Sermayenin yapısı değişiyor, yeni sermaye; veri mülkiyeti…

Tarihsel değişim süreçleri eskiden üç yüz/beş yüz yıllık periyodlarla tarifleniyordu. Ortaçağ, yeniçağ gibi… Sonra bu yüzyılda bir adlandırılmaya başlandı ve gelinen noktada aynı yüzyıl içinde, atom çağı, uzay çağı, bilgi çağı gibi adlandırmalarla hızlı gelişim tariflenmeye çalışıldı. Öyle hale geldi ki geçişlerin farkına varamaz olduk. Dolayısıyla her değişim ekonomik ve iktisadi süreçlerde de kendini gösterdi ve toplumsal yaşamımıza yön verdi.

Gelinen nokta artık çağ değil ama süreç adlandırılacak olursa, bu veri mülkiyeti süreci olmalıdır. Zira, verinin toplanması, verinin elde bulundurulması, verinin işlenmesi, özetle verinin kendisi, yaşadığımız süreçte en önemli bilgi ve meta olarak karşımıza çıkmakta ve dijital dönüşümün yapıtaşını oluşturmaktadır. Artık veri, toplanması, deyim yerindeyse avcılığı, işlenmesi ve nihayetinde mülkiyeti sürecin özünü teşkil etmektedir. Bu süreçte ve elbette ki gelecekte, veriyi elinde bulunduran, kontrol eden hükümranlığa dönüştürenlerin, olayların seyrine yön verenler olması kaçınılmaz olacaktır. Son yıllardaki gelişmeler veri depolama ve işleme maliyetlerini bir hayli düşürmüştür. Dünya ölçeğinde depolanan veri tahminlere göre 2020 yılında 40 zetabyte üzerinde olacaktır. Sermaye bu veriler sayesinde bizleri başta pazarlama alanı olmak üzere şimdiden yönlendirmeye başlamıştır. Üstelik bu durum sadece ekonomik/iktisadi alan için söz konusu değildir. Politik alanda da veri mülkiyeti toplumu yönlendirmekte sıklıkla kullanılmaktadır. 24 Haziran’a gidilirkende kendine daha geniş bir alan bulacağı kaçınılmazdır. Bu konuda, Bilgisayar Mühendisleri Odası başta olmak üzere meslek odalarının görüş ve açıklamalarını yakından takip etmekte yarar görüyorum.

Öte yandan ilk yıllardaki Köy Enstitüleri süreci hariç Cumhuriyet boyunca tarikat-sermaye ekseninde oluşturulan eğitim sistemimize ilişkin bir çift laf etmeyen, yukarıda zikrettiğim gelişmeleri anlayamayan, kavrayamayan herhangi bir siyasi yapının ön açıcı olmasını beklemek abesle iştigaldir. Zira önümüzdeki süreç dogmatik, durağan, hurafelere, ezbere dayalı bir eğitimi kaldıramayacak bir süreçtir. Yakın gelecekte makinelerin öğrenmesi, veri mülkiyeti, bulut hesaplama veri işleme teknolojileri ile beraber yapay zekanın etkisi katlanarak güçlenecektir. Stephen Hawking’in “Yeterli veri sağlanabilirse duygular, sezgiler, sanatsal faaliyetler, vicdani muhakeme gerektiren işler, mimikler de yapay zekâyla taklit edilebilecektir” sözleri bize yapay zekanın pek çok şeyi taklit edebilir ve ele geçirebilir olduğu gerçeğini göstermektedir. Öte yandan bir gerçek var ki; o da yapay zekanın düşünebilir ama hayal edemez olduğu gerçeğidir. Hayal gücü insana özgü olmakla birlikte bunu kullanabilen, dolayısıyla yaratıcı olabilenlerin bizim bugünkü eğitim sistemimiz içinden hele hele AKP’nin oluşturmak istediği sistemden çıkması da mümkün değildir.